Siyasette vefa aramak bence çok saf olmayı gerektirir. Siyaseti ben “hamam’a” benzetirim.
Eğer bir insan siyasete giriyorsa hem terleyecek hem de bedelini ödemeye hazır olacak.
Son yıllarda Kahramanmaraş’ta kendinden menkul ben yoksam parti başarısız olur şeklinde kendini dev aynasında gören isimler çıktı ortaya. Bu isimler bir kez olsun aynanın karşısına geçerek kendini kantara çekti mi?
Bedel ödemeyen, her şeye hazır konan ve kendini vaz geçilmez olarak gören insanları partilerin çeşitli kademelerinde görüyoruz. En üzücü olan ise; kendini gazeteci olarak gören aslında bu mesleğin içine eden insanların, sonradan görme bu ikbal budalalarını adam yerine koyup haberlerini yapmalarıdır. Tabii gazetelerde, internet sitelerinde hiçbir bedel ödemeden maddi ve manevi hiçbir karşılık vermeden kendine itibar getiren bu haberler, ikbal budalalarının egolarını daha üst seviyelere çıkartmaktan başka bir işe yaramıyor.
Mesela benim gibi saflar siyasette bir adım öteye geçemez. Çünkü lafını esirgemez, doğru bildiğini söyler. Kimseye biat etmez. Kimseye yalakalık yapamaz.
Biz bu makam ve ikbal budalalarını iyi bildiğimiz ve bunların kaprislerini, havalarını dikkate almadığımız için, doğal olarak bu hasta ruhlu insanlar bizim emeğimize değil de kendilerine yalakalıkta yarışan insanlara sahip çıktıkları gibi bize de dönerek; siz başkasınız diyerek, bizi oyaladıklarını, kandırdıklarını düşünürler.
Bu ülkede sözde değil de özde Demokrasi olsa, bu makam ve ikbal budalaları her hangi bir siyasi partinin delegesi bile olamazlar. Çünkü vatandaş bu tip insanlara pirim vermez, hele oy olunca da zırnık göstermez.
**
Neyse; gelelim esas konumuza:
12 Eylül sonrasında yapılan Anayasa, seçim sistemi ve seçim yasaları bu ülkede padişah sayısını artırmaktan öteye gitmedi.
Hani bir söz var.
“Horozu çok olan köyün sabahı geç olur” diye. Şu anda güzel ülkemiz aynen bu durumdadır.
12 Eylül yasasını 30 yıldır kimse değiştirmeye yanaşmıyor. Anayasayı değiştirme sözü vererek iktidara gelenler, iktidara geldikten sonra verdiği sözleri çoktan unutmuş oluyorlar.
1983 yılından bu yana oy veren bir seçmenim. 1991 Genel seçimlerinde şöyle böyle 8 isim arasında tercih imkanım olduğu için kısmen demokrasi kıyısından köşesinden olmuştu.
Hiç unutmam merhum Süleyman Demirel merhum Erdal İnönü ile koalisyon kurduğunda ilk önce bu seçim yasasını değiştirdi. Çünkü seçilen milletvekilleri kendilerinin tercihi değil seçmenin tercihi idi. O seçilen vekiller Genel Başkanlarına değil oy veren seçmenin sözlerine itibar verecekti. Bu hangi Genel Başkanının işine gelir.
Bu ülkede vatandaş sadece demokrasi oyunun bir oyun aracı olarak görev yapıyor.
Bir ismin kaderi Genel Başkanının iki dudağı arasına hapis edilmiş ise demokrasi bunun neresindedir?
**
1 Kasım seçimlerine katılacak olan siyasi partiler aday listelerini YSK’ya (Yüksek Seçim Kurulu) teslim ettiler.
Genel Başkanlara sadakat ve biat dışında bir kriterin öne çıkarıldığına ihtimal vermiyorum.
Bu durumda en ufak bir semtten en yüksek yer olan TBMM’ye kadar her tarafta biat eden, itaat eden, yalakalık yapan insanların yükseldiği bir sisteme ve bu sistemin neresine demokrasiyi yerleştireceksiniz?
1 Kasım Pazar günü sabah erkenden kalkarak Genel Başkanların yaptığı listelere giderek oy vereceğiz. Bir bakıma ücretsiz onay veren noter durumunda kalarak gidip vatandaşlık görevini yapacağız. Bunun neresi vatandaşlık göreviyse?
Paşa paşa bizde yıllardır ülkemize demokrasi gelecek diye yazıp çiziyoruz. Yazdığımıza biz inanmadığımız gibi bizi okuyanlarda inanmıyor.
Bize de sistem içinde verilen rol bu.
Sahi ve gerçek bir demokrasi varmış gibi yaşamak ve yazmak..
Oysa ölümden öteye yolun olmadığını bilmek ve demokrasinin gelişmesi için korkusuzca mücadele edecek güç ve imanı kendimizde bulduğumuzda bu ülkeye gerçek demokrasi gelir.
Yoksa nafile.
Çok bekleriz.
Dedemi bilmem.
Babam 80 yaşında vefat etti.
Ben 53 yaşındayım.
Ve bekliyoruz güzel ülkeme adam yerine koyulacağımız bir demokrasinin gelmesi için..
Gelecek ama ne zaman?...