Ortaya çıkan her sorunu çözmesi gereken siyaset, nedense tezini desteklesin diye insanları kullanmaktan, onları sömürmekten, işi bittiğinde de paçavra gibi bir kenara atmaktan çekinmez. Bu açıdan siyasetçilerin ‘şova’ yönelik söyledikleri her şey istisnasız yalandır. Ama elbette bir de ‘gerçek payı’ var.
Şovu kimin yaptığına göre yalan ve gerçeğin rengi değişir. Eğer iktidar yapıyorsa, muhalefeti zor duruma düşürmeyi planlamıştır. Şovu yapan muhalefet kesimiyse de, bu defa iktidarı zora sokmak hedeflenmiştir. Bunun için insanları kullanmaktan çekinmezler. Onların mağduriyetinden faydalanırlar. Üç kuruşa muhtaç kalmaları işlerine gelir. Zarar ettiklerinde zil takıp oynarlar. Burunları sürttüğünde, onlar da tepinerek, ayaklarını sürterler. İnsanların inim inim inlemesini ister, hatta bekler, hatta sebebi bile olurlar.
Vatandaşı, “elimiz kırılaydı da oy vermeyeydik” kıvamına getirmek için akla hayale gelmedik yolu seçebilirler.
Bunun için imamın karısını kullanırlar, müftünün kızını bulurlar. Bazen arada yanlış da yaparlar, torunu olmayan kadını, süte ihtiyaç duymayan ve hayatında hiç nine olmayanını bile bulurlar. Anne olmamış kadının çocuğu için döktüğü gözyaşını ekranlara taşırlar. Dükkânı olmayan esnafın kepenk kapatmasını işlerler. Babası olmayan çocuğun, babasının ekmek alamadığını gündeme getirirler. Doktor olmayan adam sağlığın sorununu anlatır, avukat olmayan da yargının. Hiçbir davası olmayan birisi hakkının yendiğini, mağdur edildiğini, adalettin bu ülkede olmadığını söyler.
(Benzerini 28 Şubat’a giden yolda da görmüştük. Şeyh olmayan alkoliği, karısı olmayan mankeni)
Aslında bunlar işini samimi yapmamaktan kaynaklanıyor.
Yoksa anne olmuş mağdur kadını bulmak zor değil, dükkânı olan esnaf bulmak da zor değil. Babası olan veya olmayan bir çocuk, doktor olan bir adam, avukat olan birisi, davası olan bir başkası. Bütün bunları bulmak çok kolay. Ama eğer bulurlarsa onlar ‘samimi’ olur. Samimi bir siyaset güdemeyenler, üç kuruşa kötü oyuncu bulur sonra da rezil rüsva olurlar. Ama sorun orta yerden kalkmaz.
Bu defa iktidar kesimine mensup olanlar, sahneye konan oyundaki ‘mağduriyete’ değil, oyuncunun kimliğine odaklanır. Aslında o anne değildir, o nine değildir, onun torunu yoktur, hatta lüks sofralarda alkollü fotoğrafları bulunmuştur. O esnaf değil, hatta bir dükkânı bile yoktur. O doktor değil, o avukat değil, onun hiçbir davası yok…
Çünkü onlar da ‘samimi’ olarak soruna odaklanmıyor, yapılan hatayı göstermek çok daha kolaylarına geliyor.
O gerçek bir anne veya nine olmayınca ülkedeki yoksulluğun bitmiş mi oluyor?
Dükkânı olmayan ve esnaf diye lanse edilen kötü oyuncu olunca, esnafın sorunu rafa mı kalkıyor?
O avukat, o davalı, o doktor, o hemşire, o çalışan, o çalışmayan, o öğretmen, o atanamayan, o atanan…
Şu mal pahalı, şu çürük, şu bozuk, şuna ulaşmak zor.
Bütün bunlar muhalefetin ‘samimi’ olmadan sorunları orta yere koyduğunu gösterir.
Çünkü muhalefet, çözmek için ortaya sorunu sürmüyor. O sorun çözülsün istemiyor. Bir mağduriyet son bulsun gibi bir dertleri bulunmuyor. Kraldan çok kralcı geçinenler de, kötü bir oyuncunun mağduriyet oyunundan siyaset elde etmeye çalışıyor ve sonunda kaş yapayım derken göz çıkarılıyor.
Sorunu olan kesim, sorunuyla bir başına kalıyor. Sorunu olmadığı halde bundan nemalanmak isteyen muhalefet, koca bir sorunun yeniden sumen altı edilmesini veya çok daha fazla geciktirilmesini sağlamış oluyor.
İktidara yakın kesimler de, samimi olmayan muhalefetin, çocukça sahnelediği oyundaki kurgu hatalarını tek tek buluyor, sorunu değil, sorunun sunuş şeklindeki hatalarla rakibini alaşağı ediyor.
O da soruna odaklanmıyor.
Sanki ülkede öyle bir sorun yokmuş gibi sorunu görme ‘samimiyeti’ gösteremiyor.
Her zaman ve her zeminde çeşitli kesimlerin sorunu oldu, oluyor ve olacak da. Önemli olan muhalefetin bu sorunları “çözmek” veya “çözdürmek” gayesiyle ortaya çıkması, iktidar ve ona yakın olanların da şova dönük bu sunumlardan ders alarak, şovu değil, sorunu görebilmesidir.
“Bu yalan ama bu da gerçek” diyebilen siyasetçi arıyorum…
Çok zor iş, gerçekten zor iş bu işler…