İddia ediyorum, bu yazı hayatınızı değiştirmeyecek. Okuduktan sonra ne olumlu ne de olumsuz olarak hiçbir şey hissetmeyeceksiniz. Hatta başka yazılar okusanız da bu değişmeyecek, başka kitaplar okusanız da. Ta ki, siz kendinizi değiştirmeyene kadar…
Hayatımın önemli bir döneminde ‘güneş alerjisi’yle cebelleşip durdum. Yaz mevsimi gelip, Adıyaman’ın kavurucu sıcakları etkisini her gösterdiğinde benim kolumda, yüzümde ve başımda kaşıntı meydana gelirdi. Bu o kadar dayanılmaz hal alırdı ki, kaşıyarak yara ederdim. Bir gün bir cilt hekimi, “Senin sorunun güneş alerjisi değil, psikolojik” dedi. Yanlış anlamayacaksam beni bir psikoloğa sevk etmek istediğini söyledi. Yanlış anlamadım, gittim.
Ama yollamadan önce de “Psikoloğun yanına girdiğinde ne kadar sorunun varsa, çıktığında da o kadar sorunun olacak. Ne kadar borcun varsa ne kadar alacağın varsa ne kadar derdin varsa hepsi aynı şekilde duracak. Onlar senin sorunun, çözecek olan sensin” dedi.
Cilt doktorum beni sevk etti, gittim. Psikolog sordu, ben cevapladım, sınıfı geçtim.
Sorun gerçekten de güneşti ama bunun dermanını yıllar sonra İstanbul’a geldiğimde buldum. Yine bir cilt doktoru ama bu defa doğru ilaç vereni denk geldi ama ne olursa olsun aşırı sıcakta dışarı çıkmamaya, uzun kollu gömlek giymeye bir de şapka takmaya özen gösterirsem güneşin bir sıkıntısını görmüyor, aksine yeteri derecede D vitaminini alıyorum.
***
Adıyaman’da yaşarken, sadece Adıyaman’daki yönetici, STK ve siyasilerin “ziyaret meraklısı” olduğunu sanırdım. İstanbul’da yaşamaya başladıktan sonra “hizmet üretmeyen” her yerde bu ziyaretlerin yoğun şekilde gerçekleştiğini görüp, şaşırdım. Aslında bu bir arz ve talep meselesiydi.
Bazı insanlar işyerini ziyaret eden ‘önemli’ insanları seviyor.
Bazı siyasiler de, kendisini ziyaret eden ‘önemli’ insanları seviyor.
Bazı sivil toplum kuruluşu temsilcileri de kendilerini ziyaret eden ‘önemli’ insanları çok seviyor.
Bazı insanlar düğününe, cenazesine, arada bir sofrasına ‘önemli’ insan konuk etmekten haz duyuyor.
Kim bilir, belki de böylece ‘önemli’ insanlar birlikte ‘önem’ kazanan bir topluma dönüşmüş oluyoruz.
Ama aslında bütün bunlar psikolojik…
***
İnsanlar bir makama oturduğu için önemli olmaz.En azından bana göre olmaz.
İnsanlar önemli işler yaptığında önemli olur.
Herkes siyasetçi ama bazıları iyi siyasetçi.
Herkes sivil toplum kuruluşu temsilcisi ama bazıları iyi temsilci.
Herkes ressam ama bazıları iyi ressam.
Herkes yazar ama bazıları gerçekten de iyi yazar.
Herkes şarkı söyler ama bazıları yüreklere dokunur.
Bütün bunlar da psikolojik elbet…
***
Böylesine bir beklentim olmadığı için midir bilemem, bunu bir türlü anlamlandıramamışım.
Bir siyasetçinin veya bir STK mensubunun ya da bir yöneticinin ‘beni ziyaret etmesini’ bana ayrıcalık kazandırmak olarak almıyorum, hiç böyle düşünmedim.
Benim için onun çalışması, şehrime hizmet etmesi, yaşadığım yeri, yaşanılır hale büründürmesi, işimi kolaylaştırması, ulaşılabilir olması, her zaman ve her yerde sorunu anlatacak bir muhatap bulundurması ve çözümü sağlayacak uzmanlardan oluşan ekibinin olması yeterlidir.
Mesele bir belediye, halkın sorununu ne kadar kısa sürede öğrenir ve ne kadar kısa sürede çözüm bulursa o belediye, o başkan ve o ekip, bana göre en iyi ekiptir.
Ama o başkan veya o ekipten herhangi birisi veya hepsi, her gün işyerime gelse, yolda halimi hatırımı sorsa, çay ocağında bir kürsü çekip, yanımda oturup muhabbet etse ne yazar?
Bütün bunlar da elbette psikolojik…
***
Bir sorunu tespit etmek zor değil. Tahsilli olan, olmayan, cahil, alim, çocuk, kadın, genç, yaşlı, engelli, engelsiz.. Herkes yaşadığı sorunu çok çabuk tespit eder. Su akmıyorsa, bu bir sorundur. Hava kirliyse bu bir sorundur. Başını sokacağın bir evin yoksa bu sorundur. Temiz bir çevrede yaşamıyorsan bu bir sorundur. Çöpün zamanında toplanmıyorsa bu bir sorundur. Parkın yoksa bu bir sorundur. Spor salonun yoksa bu bir sorundur. Az maaş alıyorsan bu bir sorundur..
Bir başka deyişle, sorunu tespit etmek için alim olmaya gerek yok ama sorunun kaynağını tespit etmek için bazen uzman olmaya, bazen feraset sahibi olmaya, bazen işin ustası olmaya gerek var.
Ortada bir sorun varsa, sorunun kaynağı da tespit edilmişse o zaman çözümünün de olması lazım. Çözecek olan yöneticilerdir. Hani hep yanımızda olmasını istediğimiz ‘önemli’ insanlar…
Halbuki, onlar yanımızda ne kadar zaman geçirirse, çözüm de o kadar gecikir.
Çünkü sorunumuzu biliyoruz, çözümünü de az çok tahmin ediyoruz. O zaman çözme iradesine sahip olanları çalıştıralım, çarşı Pazar dolaşmalarının hiç kimseye faydası yok. Unutmayalım ki, hiçbir şehir ziyaretlerle kalkınmamıştır, kalkınması hayal dahi edilmemiştir.
Hepimiz şöyle diyebilmeliyiz belki de; Sevgili yöneticiler, lütfen çarşı Pazar gezmeyin, bizi işyerimize, evimizde, ofisimizde, kurumumuzda ziyaret etmeyin. Hastane hastane dolaşıp, üstüne bir de hastalık kapmayın. Lütfen işinizi yapın da şu şehri ayağa kaldırın!
Ama diyemeyiz…
O nedenle ben de diyorum ki, bu yazı hayatınızı/hayatımızı değiştirmeyecek. Bunun gibi veya bundan daha iyi yüzlerce yazı okusak da değişmeyecek. Hatta binlerce kitap okusak da. Ta ki, biz kendimizi değiştirmeyene kadar…