YOZGAT BOZOK ÜNİVERSİTESİ OSMANLI MÜESSESELERİ VE MEDENİYET TARİHİ ANABİLİM DALI TARİH BÖLÜMÜ ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ
Metin Acıpayam: Osmanlı Devletini ‘Medeniyet Devleti’ yapan müessese fikri midir?
Buket Kalaycı: Ziya Gökalp “Medeniyyet bir konser ki birçok çalgı, saz rübap / Birleşmekle bir ahengi ancak tekmil edecek.” der şiirinde.
Müessese fikri sadece Osmanlı’yı değil terkibi diğer devletlere de “Medeniyet” payesi vermiştir. Öyle ki zamandaş veyahut mekandaş olan diğer devletlere, Bizans, Selçuklu veya İran’a baktığımızda da Osmanlı’da mevcut müesseselere benzer yapılanmaların olduğunu görebiliriz. Bu konuda Gökbilgin Hoca şöyle der: Osmanlı müesseseleri, medeniyeti konuları bir taraftan genel Türk tarihi, öte yandan da İslam medeniyeti tarihi ile sıkı bir şekilde ilişkilidir.”
Metin Acıpayam: Osmanlı Devletinde asırlarca mükemmel mana da işlemiş Enderun Mektebi hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Buket Kalaycı: Enderûn-ı Hümâyûn Sultan II. Murat zamanında kurulup, birtakım değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına kadar (1908) varlığını sürdüren saray okuludur. Müessese olarak Enderûn’un tanımı ise; Osmanlı sarayında, devlet işlerini görecek olanların sistemli tarzda mükemmel bir tahsile tâbi tutuldukları ve terbiyenin öğretildiği kurum şeklindedir. Enderun’dan, altmış sadrâzam, üç şeyhülislâm, yirmi beş kaptan paşa yetişmiştir. Esasında Osmanlı tüm bürokratik, askeri hatta sosyal yapısını bu sistem üzerine kurmuştur. Sistemin uzun süre başarılı bir şekilde devleti taşıdığı ise kuşkusuz bir gerçektir. Elbette ki doğal yoldan gelişen bir sistematik değildir, kendinden önceki devlet yapılarından etkilenerek oluşturulmuştur. Merkezileşme açısından başarısı muhakkaktır. O dönem için kurulan bu sistemin zeki ve yetenekli çocukları ayırt etmedeki başarısı ise neredeyse mükemmele yakındır.
Metin Acıpayam: Müessese demek; insanın, cemiyetin, devletin ve medeniyetin… ve bu dörtlü terkibin inşâsı mı demektir?
Buket Kalaycı: Müessese esasında yapı bakımından bir nevi insan bedenine benzer. Bütün uzuvlar tam olmalıdır ki birey hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilsin. Müessese de aynen böyledir. İnsan, cemiyeti tamamlayan ana bileşen olarak müessesenin en önemli alt yapısını oluşturur. Bunu devlet ve sistematik bir medeniyet yapısı takip eder. Devlet ve güçlü bir medeniyet bir bakıma müesseseleri oluşturur, lakin müesseseler de birbirini tamamlayarak kudretli bir medeniyet algısını oluştururlar.
Metin Acıpayam: Osmanlı Maliye Teşkilatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buket Kalaycı: Osmanlı İmparatorluğu’nda klasik dönem denildiğinde kuruluşundan 16. yüzyılın sonlarına kadar olan dönem kastedilmektedir. Bu dönemin özelliği mali yapıda tımar sisteminin egemen olması ve askeri anlamda başarılı sonuçların alınmasıdır. Mehmet Genç Osmanlı iktisadi politikalarının üç ana önceliğinin olduğu ifade eder. Buna göre, İaşe (Provizyonizm) İlkesi’ne göre ordu, saray ve bürokrasi dâhil bütün kentlerin iaşelerinin sağlanması çerçevesinde üretilen mal ve hizmetlerin, mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olması yani piyasada mal arzının mümkün olan en yüksek düzeyde tutulması hedeflenmektedir. Bu durum piyasalara ürün sağlayan tüccarlar ön plana çıkmaktadır. İmparatorluğun genişlemesi sonucu uzun mesafeli ticaret ve bu ticaret yollarının güvenliği ve denetiminin sağlanması provizyonizm için geçerliydi. Fiskalizm ilkesine göre hazineye ait gelirlerin mümkün olduğu kadar yüksek düzeye çıkarılması yani mali gelir sağlanması amaçlanmaktadır. Bunun için de ekonomik faaliyetlerin güçlü ve uzun süre canlı olması gerekmekteydi. Gelenekçilik ilkesine göre ise köylülerin, loncaların ve tüccarların birbirleri ve diğer kesimler arasında var olan toplumsal düzenin korunması ve yeniden üretilmesi hedeflenmektedir.
Osmanlı’da bütçe İslami esaslara dayanmaktaydı ve belli başlı gelirler zekât, öşür, haraç ve cizyeydi. Bütçede tahsisat ilkesi çerçevesinde gelirlerin nereden sağlanacağı ve nerelere harcanacağı belirli durumdaydı. Mali teşkilat olan defterdarlık bütçeyi hazırlamakla birlikte devlet hesaplarını kayıt ve muhafaza etmekle görevliydi. İç hazineden padişahın özel harcamaları yapılmakta, mali ve politik duruma göre dış hazineye destek sağlanmaktaydı. Dış hazine ise merkezi idarenin bütçesini oluşturmakta ve baş defterdar tarafından yönetilmekteydi.
Tımar sistemi, Osmanlıların toprak ve dolayısıyla üretim yönetimi; sipahilerin oluşturulmaları ve bunların ihtiyaçlarının karşılanması şeklinde askeri yönetimi; vergilerin sipahiler aracılığıyla ayni olarak toplanması ve gerektiğinde ayni vergilerin nakde çevrilerek yerelde toplanması ve kullanılması sonucu merkeze ayni ve nakdi gelir transferinin az olmasının sağlanması noktasında mali yönetimi ve yine sipahiler vasıtasıyla yerelde gelirler ve güvenlik açısından idari işlemlerin yönetimi fonksiyonlarını görmesi bakımından hayati önemi haizdir.
Metin Acıpayam: Medeniyet Devleti olabilmenin farik ve mümeyyiz vasıflarından birisi de askeri kuvvettir. Osmanlı’nın askeri teşkilatı hakkında neler söylemek isterseniz?
Buket Kalaycı: Osmanlı’da ilk düzenli askeri birlikler Orhan Bey zamanında düzenlenmiştir. Bu birlikler yaya ve müsellem olarak teşkilatlanmıştı. I. Murad döneminde ise Pençik kanunu çıkarılarak Yeniçeri ordusunun temelleri atılmış olundu. Osmanlı tebaası Hristiyan çocuklarının belli kurallar içinde toplandıktan sonra eğitilerek başta askerlik olmak üzere devlet kadrolarında çalıştırılmalarına yönelik olan devşirme sistemi yüzyıllarca Acemi Ocağı’nın en önemli asker kaynağı oldu. Kapıkulu ocaklarının en nüfuzlusu ve kalabalığı olan Yeniçeri Ocağı'nın I. Murad zamanında Edirne'nin fethinden sonra kurulduğu genellikle kabul edilir. İlk yeniçeri kışlası Edirne'de yapıldı. Yeniçeri Ocağı'nın düzeni XVI. yüzyıl sonlarından itibaren bozulmaya başladı, ll. Osman ve lll. Selim'in gayretleriyle ıslahı mümkün olmadı ve 1826 yılında II. Mahmud zamanında kaldırıldı. Sonuçta kendi zaman çizelgesi içerisinde değerlendirildiği zaman kurumların birbirleri ile bağıntılı ve bir nizam içinde çalıştığını görebilmemiz mümkündür. Bugün bizde Osmanlı’ya karşı oluşan medeniyet algısı bu nizamın neticesidir.
Metin Acıpayam: Beylerbeyi ve eyalet sistemi hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Buket Kalaycı: Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde bir tane beylerbeyi vardı ve bütün ordu işlerinden sorumlu idi. Zamanla Rumeli'de fetihlerin genişlemesi ile bir beylerbeyinin hem Anadolu'daki hem de Rumeli'deki askeri meselelere bakması mahzurlu görüldüğünden beylerbeylik makamı Anadolu ve Rumeli olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Daha sonra beylerbeylerin sayısı artmış, fakat salahiyetleri sınırlandırma yoluna gidilmiştir. Beylerbeyi, eyaletin merkez sancağında otururdu. Buna Paşa Sancağı denirdi. Onun başkanlığında toplanan ve tımar anlaşmazlıklarını, reaya ile sipahiler arasındaki meseleleri kısacası eyalet içerisindeki çeşitli meseleleri görüşen Divan-ı hümayun benzeri bir beylerbeyilik divanı vardı. Mekânsal ulaşımların zamansal ağda hıza bağlı olduğu bir dönemde bu sistemin devletin idaresi ve mali kaynaklarının kullanımı ve toplanmasını temin açısından başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bireysel uygulama yöntemlerinden kaynaklanan farklılıklar ise tartışmaya hatta ciddi eleştiriye açık kapı bırakmaktadır. Nitekim bu süreç insan olmanın bir getirisidir.
Metin Acıpayam: Osmanlı’nın içtimai alt yapısı düşünülerek vakıf müesseseleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buket Kalaycı: Vakıf müessesesi, asırlarca İslam devletlerinde büyük önem kazanmış, sosyal ve iktisadi hayat üzerinde derin tesirler bırakmış dini-hukuki bir müessesedir. Osmanlı Devleti’nin daha kuruluşundan itibaren başlayan ve devletin siyasi ve mali kudretinin artmasıyla orantılı olarak gelişen vakıflar iki kısımda ele alınabilir. Bunlardan birincisi “aynıyla intifa olunan”, yani bizzat kendisinden yararlanılan vakıflardır. Bu tür vakıflara “müessesat-ı hayriyye” adı verilmekteydi. Bu gurup içerisine camiler, mescitler, medreseler, mektepler, imaretler, kervansaraylar, zaviyeler, hastahaneler, kütüphaneler, sebiller ve mezarlıklar girmektedir.
İkinci kısım ise “aynıyla intifa olunmayan”, fakat birincilerin sürekli ve düzenli bir şekilde işlemesini temin eden bina, arazi, nakit para vs. gelir kaynaklarının teşkil ettiği vakıflardır ki, bunlara Osmanlılarda “asl-ı vakf” ismi verilmiştir. Birbirini tamamlayan bu iki tür vakfın bilhassa Osmanlılarda büyük bir gelişme içine girdiği görülür.
Türk-İslam kültürünün gelişmesinde çok önemli olan vakıflar insanlar arasında büyük ölçüde sosyal adaletin sağlanması ve farklılıkların kaldırılması açısından da mühim bir role sahiptir. Ayrıca bugün belediyelerin görevleri arasında bulunan hizmetler, vakıflarca gerçekleştirilmiştir.
Müsadereden kaçmak isteyen varlıklı ve genellikle askeriye ve ulema tayfasından olan kişilerin tercih nedeni olması da vakıfların bir diğer yüzüdür. Bu yolla vakıflara bağlanan maddi unsurlar vakıf aracılığı ile ailenin elinde kalmıştır. Devletin hukuksal olarak desteklediği, sosyal bir yapılanma olan vakıflar ellerindeki imkânlar ile daha fazla mekânda daha fazla insana ulaşabilmeleri açısından önemlidirler. İşin temelinde iktisadi boyut ve paranın kullanım alanlarının olması, mali sistemin vazgeçilmez bir parçası olduğunu gösterir.
Teşekkür ederim kıymetli Hocam
Rica Ederim Metin bey.