Pandemi nedeniyle yaşam alanlarımızın kısıtlığı 2021 yılında yavaş yavaş ortadan kalkınca, talep artışları nedeniyle 2020 yılına göre 2021 yılında % 11, 2022 nin ilk çeyreğinde de 2021 ilk çeyreğine göre %7.3 oranında büyüdük.
Büyüme denince; bir ülkede belirli dönemler içerisin de o ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeri yani gayri safi yurt içi hasıla anlaşılır.
Eğer bir ülkede büyümeden bahsediliyorsa, o ülke insanının gelirinin arttığı, gelirin hakça ve adil paylaşıldığına, işsizliğin azaldığı ve refahın artmış olacağı anlaşılır. Hele hele işsizliği azaltmayan büyüme, gerçek bir büyüme anlamı taşımaz.
Hafta içi TÜİK yani Devletin İstatistik Kurumu ilk çeyrek (Ocak-Şubat- Mart) ayı büyüme oranımızı açıklamadan önce, Türkiyenin en büyük işçi sendikası TÜRK-İŞ Ankara'da yaşayan 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 6018 liraya, yoksulluk sınırının da 19 602 liraya yükseldiğini açıkladı.
Tabi, takdir edersiniz ki objektif düşünen ekonomistlere "bu nasıl bir büyümedir ki, tanımlı işsizlikle birlikte açlık ve yoksulluk sınırı arttığı gibi, aynı zamanda bu büyümeden toplam iş gücü ödemeleri sürekli geriliyor ?" Diye başladılar kafa yormaya, bu iktisatçılara şimdilerde "mandacı iktisatçılar" dense de, delimidir nedirler; ülkenin ahvâlı için nedense hep kafa yorup duruyorlar işde.
Hatta biri de çıkmış Nasrettin Hoca'nın ciğer hesabı gibi "Bir bakalım kim büyümüş ?" Diye geçmişi bir bir irdelemez mi ? Sizlerle paylaşayım istedim.
Toplam iş gücünün yani yaklaşık şu sıra 30 milyonu bulan işçi, memurlara ödenen, toplam iş gücü ödemelerinin toplam gelirde ki (GSYH) payları, yılların ilk çeyreğinde aşağı yukarı aşağıdaki gibi oluşmuş.
- 1998 % 26
- 2002 % 25
- 2006 % 25
- 2010 % 27
- 2014 % 27
- 2018 % 29
- 2022 % 25
Malesef 2019 yılından bu yana çalışanların Milli Gelirden yani "muazzam devlet pastası" ndan aldığı pay kayğı verici boyutta düşmekte, çalışanlar her yıl artan şekilde fukaralaşmaktadır. Emeklinin içler acısı durumunu söylemeye bile gerek yok sanırım. ..
İşin garip tarafı, çalışanların aldığı pay, 2021yılında, 2001 krizinden de kötü durumda,
O zaman size soru sorma hakkı da doğuyor elbet. "Ee çalışanın elinden alınarak, bu goca dövlet pastasından en çok yiyen kim ?" Diye.
Ataerkil aileler de; baba, ana, abi, gelin, abla, çocuk ve torunlu ailelerin sofraları henüz tek tek servisler olmadığında, leğen dolusu tavuk suyunda pişmiş bulgur aşı ve üzerine de mis kokulu bir tavuk yer sofrasın da yemek için oturulurdu.
Büyüklere geçerli olan bağdaş kurarak oturma, kadın ve çocuklar için diz üstü şeklindeydi. Bunlar, yer bulup da sofraya oturduklarına şükretse yâ ?
Baba "bismillah" diyerek tavuğun bir budunu, büyük abi ötekini, diğer abiler de, tavuğun döşlerine itirazsız yumulunca; kanat ve boyuna da çocuk ve torunlar hücum ettiklerinde; kalan deri ve tavuğun "gerisi" ehh birazda kokusu ana, kız ve geline kalacaktı elbet.
Baba ve abiler göbeklerini ovuşturup, geğirerek sofradan kalkınca; ananın geline "sen emziklisin sen ye " diyerek uzattığı deriyi "anâ sen heç yemedin sen ye" diyen geline, sanki bunca yıl bud ve gögüsün tadını biliyormuş gibi;
"gâdasın'âldım siz yeyince ben yemiş gibi oluyom, hem ben tavûn "gerisini" daha çok severim" demez mi?
Bir gün babalardan, abilerden, oğullardan, budun tadı nasılımış diye; çôra çocuğa da sıra gelir m'ola ?
Ben ümitliyim, kervan böyle yürümez !