Evden şehrin ortasından geçen asfalt yola ulaşana kadar çamurla cebelleştiğim bir zamanda belediyenin ‘üst düzey’ bir görevlisine yolun asfaltlanması için talepte bulunmuş, ağzımın payını almıştım. İyi ki o zamanlar kırsal kesimde oturmuyordum. Şehrin göbeğindeydi evimiz. Eğer kırsal kesimde otursam ve asfalt talebinde bulunsaydım, üstüne azar işitmekle kalmaz, bir de dayak yerdim!
Okul hayatım boyunca, hatta iş hayatına atıldığım ilk zamanlarda da çamurla cebelleşmem sürdü gitti. Ta ki, önce stabilize, sonra asfaltla tanışana kadar.
Çamurla asfalt arasında bir ufuk sorunu vardı, bir de vatandaşa verilen değer…
***
TRT Belgesel’de yayınlanan Okul Yolu diye çok güzel bir program var. Denk geldikçe izlerim ve her izledikçe de çocukluğum aklıma gelir.
Dünyanın dört bir yanında, dağları, taşları, nehirleri, gölleri, denizleri, sarp yolları, korku dolu geçitleri, havada, karada devam eden zorlu yolları aşarak okula gitmeye çabalayan çocukların çabası çok güzel anlatılıyor.
Sırf eğitim alsın, kendileri gibi olmasın diye çocuklarını zorlu yolculuğa gönderen aile ile yaşadığı şartlardan daha iyi konumda bir hayat sürmek için eğitim alan çocukların çabası takdire değer.
Bu aynı zamanda hem ailenin hem de çocukların ‘ufku’ olduğuna da delalettir. Her şeyden yoksun olsalar da bir görgüleri, bir ufukları, bir hayalleri, bir umutları var. Bütün bunlara bir de çaba eklemek gerekiyor ve o çaba da zorlu yolculuğa katlanmayı gerektiriyor.
***
Benim zorlu yolculuğum çamurlaydı…
İlkokul, evimize yakındı ama ilkokuldan sonra şehrin bir başından diğer başına gitmem gerekti. Evimizden şehrin tek geçiş yolu olan caddeye “asfalt” derdik. Bunu çoğu kentte söylerler. Anayola “Asfalt” denmesinin nedeni, o zamanlar asfalta ulaşmanın zorluğundandı;Bir şehirde bir tek asfalt yol olur o da ana yol olur. Böyle bir kanun yoktu ama anlayış buydu, şartlar buydu, ekonomi buydu, bütçe buydu, görgü buydu, ufuk buydu.
Özellikle de ‘görgü’ ve ‘ufuk’ kısmı çok önemli.
Okul boyunca evden asfalta kadar olan kesimde çamurdan korunmak için ayağıma poşet geçirirdim.Asfalta gelince poşeti çıkarır, karşıya geçer, yine poşeti takar, okula yaklaştığımda çıkarırdım. Ara yollarda oturan herkesin istisnasız yaptığı bir günlük eylemdi bu.
12 Eylül darbesinden birkaç ay önce kamu kurumunda işe başlamıştım.Askeri dönemde bir atılım beklenmeyeceği için, sivil iktidara kadar çamurla cebelleşmemiz sürdü.Çalışırken de her sabah ayağıma poşet geçirir, asfalttan geçen işyerinin servis aracına kadar poşetle haşır huşur yol alırdım. Servis binmeden çıkarır, akşam yine eve gidene kadar ayağıma poşet geçirecek yedek poşeti de cebimde saklardım.
Belediye sivile geçtiğinde ‘üst düzey’ bir belediye görevlisine sokağımıza asfalt serilmesini istemiştim de, ne kadar sert ve komik tepkiyle karşılaşmıştım hatırlıyorum da; “Sokağa asfalt mı dökülürmüş, dünyanın neresinde görülmüşmüş, olacak şeymiymiş, sen Paris’te yaşadığını mı sanıyorsun, belediyenin bütçesi buna yetermiymiş…”
Sustum elbet…
Ufku ‘dar’ olanların ‘üst düzey göreve gelme’ şansı yakaladığı ‘gelişmemiş’ ve ‘gelişmesi de mümkün olmayan’ kentlerde başka da bir şey beklenemezdi zaten.
Sonra sokağımıza stabilize döşediler, sonra stabilizeden daha sert malzeme ve sonra da asfalt. Tabi bu arada artık altyapıyı da yenilemiş, üst yapıya ayıp olmasın diye düşünerek, asfaltla bizi tanıştırmışlardı.
Bu açıdan çamurun ufukla doğrudan ilgili olduğuna inanırım.
Çamuru, kendi vatandaşına layık gören bir idarecinin ufkunun açık olması mümkün değildir.Görgülü olduğunu da zaten söyleyemem.
Yapmak istemek ama yapamamak başka bir şey, yapmamak başka bir şeydir. Hele hele yapacak bilgi, beceri ve görgünün olmaması çok daha başka bir şeydir. İşin bütçe tarafında değilim. O ayrı bir konu ve o “yapmak isteyip de yapamamak” kısmında bir yürek acısıdır.
Önemli olan görgüdür.
Görgüyü, ‘görmüş olma durumu’ olarak alıyorum. Görmeyenin, yaşadığı şartlardan daha iyisini istemesi için ‘ufkunun açık’ olması lazım.
Hem görmemiş hem de ufku kapalıysa ondan bir hizmet beklemek mümkün değildir.
Görmek, salt gözle görmek değil.
Şöyle düşünün farklı şehirlere gidersiniz, farklı yerler görürsünüz ya da oturduğunuz yerde, TV’nin başında dünyayı izlersiniz ama duyu organlarınızın algılamadığı bir şeyi görmüş sayılmazsınız.
Görmek; duymak, algılamak, hissetmek, özümsemek, beğenmek veya beğenmemek gibi bütün duyguların harekete geçmesine sebep olan şeydir.
Ufku açık olmayanın, aynı zamanda görme kapasitesinin de olmadığını düşünür, görgüsüz olarak tarif ederim. Bu açıdan çamuru, görgüyle ve ufuk açıcı özelliğiyle önemli bir yere oturturum.