20. yüzyılın en başarılı yazarlarından biri olan Albert Camus (1913 – 1960), aynı zamanda, bir filozoftu.
1957 yılında, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştı.
Dolayısıyla, Rudyard Kipling'den sonra, Nobel Edebiyat Ödülü kazanan en genç yazar olmuştu.
Yoksul bir aileden gelen Camus, I. Dünya Savaşı’nda, babasını kaybetmişti.
Annesi ise, evlerde hizmetçilik yapmaktaydı. Bu şekilde, oğlunu okutmaya çalışmaktaydı.
Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı.
1923 yılında, liseye ve sonra, Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi.
Ne var ki; üniversite eğitimi sırasında, sağlığı bozuldu.
1930 yılında, vereme yakalandı.
Hastalığı nedeniyle, üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı.
Sonrasında, çeşitli işlerde çalışmaya başladı.
Felsefe eğitimini ise, ancak 1936 yılında tamamlayabildi.
Camus, 1934 yılında, Fransız Komünist Partisi'ne katıldı.
Asıl amacı; Marksist-Leninist öğretisine destekten daha çok, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı.
Gerçi, üç yıl sonra, Troçkist Suçlaması’yla partiden atıldı.
1935 yılında, İşçinin Tiyatrosu’nu kurdu. Ama, bu tiyatro, 1939 yılında kapandı.
Aynı yıl, verem hastası olduğundan dolayı, Fransız ordusuna kabul edilmedi.
1945 yılında, Paris – Soir Dergisi için çalışmaya başladı.
II. Dünya Savaşı'nın henüz Tuhaf Savaş olarak adlandırılan ilk zamanlarında, bir pasifist olarak kaldı.
Gerçi, bu tutumu, Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941 yılında, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti.
Hatta, onun da başkaldırmasına neden oldu.
Paris-Soir ekibiyle, Bordeaux'ya gitti ve ilk kitapları Yabancı ve Sisifos Söyleni tamamladı.
Edebiyat Kariyeri
Camus, II. Dünya Savaşı’nda, Nazi Almanyası'na karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı.
Ki; bu direnişin bir parçası olarak, Combat isminde bir gazete yayımlamaya başladı.
1943 yılında, gazetenin editörü oldu.
Ama, 1947 yılında, Combat, ticari bir gazete oldu.
Bunun üzerine, Camus, gazeteden ayrıldı.
Oysa, Jean-Paul Sartre ile tanışması, Combat Gazetesi’nde gerçekleşmişti.
Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı.
Bu yıllarda, Amerika'yı gezdi. Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi.
Politik olarak, sol görüşlere yatkın olmasına rağmen, komünizme karşı çıktı.
Ki; bu karşı çıkışı, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadı. Hatta, Sartre'dan da uzaklaştırdı.
Vereminin tekrarlaması nedeniyle, Camus, 1949 yılında, iki yıl inzivaya çekildi.
Ki; bu süreçte, Başkaldıran İnsan’ı yayımladı.
Kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı.
Dahası, Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı.
Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması, onu kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.
Camus, 1950'li yıllarda, kendini insan haklarına adadı.
1952 yılında, Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul etti. Bunun üzerine, Camus, UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu. Hatta, kurumdan ayrıldı.
Ayaklanmalarda, insan dışı bir sertlik kullanan Sovyet metotlarını eleştirdi. Pasifistliğini korudu. İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı, 1954 yılında başladığında, Camus kendini ahlaki bir ikilem içinde buldu.
Bunun nedeni; Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak" idi.
Savaşta, Fransa hükümetini savunan Camus, Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve Batı’ya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu.
Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyordu. Fakat, bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu.
Öte yandan, Araplar ile "siyah ayak"ların birlikte yaşayabileceğini düşünüyordu.
Kriz sırasında, ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.
Camus, 1955 – 1956 yılları arasında, Fransız L'Express Dergisi’nde yazdı.
1957 yılında, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
Ödülü aldıktan sonra, tümüyle genişleyen ünü, onu 20. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi.
Genel yaklaşım; bu ödülü bir önceki yıl yayımlanan Düşüş için değil, idam cezasına karşı yazdığı Réflexions Sur la Guillotine makalesi için verildiğidir.
Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşmasında, Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu.
Ama, daha sonra, Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi.
Ki; çelişkili sayılan bu durum, Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.
Ölümü
1960 yılında, trafik kazasında, hayatını kaybetti.
Daha sonra, mantosunun cebinde, bir tren bileti bulundu.
Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı.
Ama, arkadaşıyla, arabayla dönmeyi tercih etmişti.
İronik bir biçimde, kendisine daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulmuştu.
Camus da araba kazasında ölmeyi, bunlardan biri olarak nitelendirmişti.
Ölümünden sonra, 1970 yılında, Mutlu Ölüm ve 1995 yılında, öldüğünde hâlâ bitmemiş olan İlk Adam yayımlandı.
Camus & Özgürlük Tanımı
Fransız yazar ve filozof Albert Camus, özgürlüğü “Kişi için mükemmel olabilme şansı” diye nitelendirmişti.