Celalettin Kurt’la Eğitimde Çocukların İnşası Üzerine Konuşmalar -2-

.

Metin Acıpayam: Âşık Paşa’dan devam edelim. Garipname isimli eserde, medreseye başlayan çocuk için şu ifade kullanılır: “Hocanın canından çıkmış evlat”. Bu tabirden hareket edecek olursak mevcut eğitim anlayışını tümden tasfiye gerekmez mi? Canından evlat çıkartamayan hocanın ufku ne kadar olabilir? Yahut hocasını canına ve malına minnet saymayan öğrenciden ne beklenebilir? Bu mesele doğrudan doğruya ideal insan inşâsından başka şey değildir. Bu insanların inşâsı mevcut eğitim anlayışıyla mümkün müdür? Cevabınız menfi manada olursa, teklif ve görüşleriniz nelerdir?

Celalettin Kurt: Kadim tarihin hakikatlerine baktığımızda, "canından çıkmış evlatlar" görmek mümkün, bu eğitim anlayışı bir dönemin en büyük şiarlarındandır. Hanların, Hakanların, Padişahların, Sultanların arkalarında oluşan dirayetli güç, elbette ki o evlâtlara can veren hakiki hocalar olmuşlardır. Tarihimizden tek bir misâl verecek olsak bile, bu kaideye sağlam bir dayanak olacaktır. Fatih Sultan Mehmet Han gibi bir sultanın sağında, solunda oluşan akıl, fikir, tefekkür, düşünce, eğitim harmanları yani Ak Şemsettinler, Molla Fenariler çağın sultanına açtıkları ufuk bu kaidenin tam da kendileridir.

Ülkemizde millî eğitim sistemimizde her gelen parti, hatta aynı partiden dahi olsa şahısların anlayışlarıyla değişen ve temcit pilavına dönen millî eğitim sistemimizin elbette köklü bir reforma ihtiyacı vardır. Ancak bu değişim, İslâm'ın ve töre medeniyetimizin emrettiği, uygun gördüğü istişare, meşveret ekseninde gelişmelidir. Uzun teatiler sonucunda eğitim sisteminin en iyisi, en güzeli, en doğrusu bulunmalı; ülkemizin sosyolojik, pedagojik hatta psikolojik yönleri hesaba katılarak ince düşüncelerle, sosyo ekonomik şartlar göz önünde bulundurularak hazırlanmalı ve çok uzun seneler değiştirilmemelidir. Değişen her sistem hem manen hem madden ülkemize, ülke ebeveynlerine, öğrencilere çok büyük arazlar ve külfetler getirmektedir.

Şimdiye kadar kendi ruh yapımıza uygun olmayan, geçmiş ve gelecekle kucaklaşamayan bir eğitim sistemiyle idare edilip duruyoruz... Geçmişin getirdiği değerler örgüsüyle, ilmin, bilimin, sanatın, edebiyatın pozitivist düşüncelerin kaynaştığı bir eğitim ve öğretim sistemi öğrencilerimizi idealist kılacak, ülkemizde bu eğitim ve öğretim sistemiyle kalkınmış ve gelişmiş olacaktır. Geçmişin "eti senin kemiği benim" anlayışı eğitimde ne kadar yanlışsa son yıllarda öğrencilere kılık kıyafetten her türlü serbestliğe sebebiyet veren eğitim sistemi de bir o kadar yanlıştır. Öğrenci gelenek ve geleceğin köprüsünde buluşup, geleneğin ahlâk ve terbiye metoduyla yetiştirilmeli, ilmin, bilimin, edebiyatın, güzel sanatların bütün dallarıyla da boyutlanmalıdır. Bunu sağladığımızda "Hocanın canından çıkan" evlâtları bulacak, o evlâtlar da hocalarına verilen emekten dolayı minnet, saygı, hürmet duyacaklardır.

Metin Acıpayam: Kimsesiz ve sahipsiz çocukların resmi mecrada isimleri “Korunmaya muhtaç çocuklardır.” Korunmaya muhtaç çocukları, devlet ilgili kurumlarında büyütüp hayata hazırlamaktadır. Yalnız burada sorgulamamız gereken ciddi mesele vardır. Kimsesiz bu çocuklar korunmaya muhtaçtır elbette. Bu çocukları koruyan insanların çok çok üst seviyede olması gerekmez mi? Oysa mevcut uygulamada, Batı’nın klasik eğitiminden geçen insanların bu kurum ve müesseselerde memur ya da görevli olduğuna şahit oluyoruz. Hâlbuki ki bu iş tasavvufa nispet olmak şartıyla ciddi sabır isteyen mesuliyettedir? Bu noktada görüşleriniz nelerdir?

Celalettin Kurt: Cemiyet yapımız içinde belki de üzerinde durulması gereken en önemli eğitim sistemi, pedagojik açıdan "kimsesiz çocuklar" üzerine uygulanmalıdır. Anne baba (ebeveynlerin) sevgi ve şefkatinden uzak olarak yetişen çocukların eğitim ve öğretimleri, şüphesiz ki diğer eğitim ve öğretim esaslarının çok çok üzerinde bir itinaya ve sorumluluğa haiz olmalıdır. Bu tür çocuklar üzerinde yapılacak olan telkin ve tavsiyelerin sevgi, şefkat, merhamet, vicdan, hoşgörü, saygı dairesinde oluşturulması gerekir. Bu umdelerle yetiştirilmeye çalışılan çocuklar, ebeveynlerinin eksikliklerini belki de ancak böyle bir eğitimle ve öğretmenleriyle gidermeye çalışacaklardır.

Sevginin, şefkatin, hoşgörünün bir eğitim ve öğretim sistemiyle buluşturulduğu kimsesiz çocuklar, mutlaka ki cemiyet yapımıza faydalı insanlar olacaklardır. Yani özellikle devlet himâyesinde bu tür çocuklar için görev yapan öğretmenlerin, görevlilerin çok hassas, çok itinâlı bir şekilde seçilmeleri gerekir. Ehil, nitelikli, vasıflı, bu işin uzmanı olmayanlara böylesine bir görev verilmesi, bir nevi cinayet olur. Bu tür kurumlarda zaman zaman şahit olduğumuz kimi hâdiseler, ehliyetsizlikten ve vasıfsızlıktan kaynaklanmaktadır. Bu tür kurumlar çok özel kurumlardır. Sırf memur oldukları için her memuru bu görevlerde vazifeli kılmak, selâhiyetler vermek o çocukların kimsesizliklerine, yani içlerindeki kapanmayan yaralarına daha farklı yaralar açacaktır.

Bu konuda aslında ilk bakılacak kaynak ve metot, Peygamber Efendimizin izlediği yol olmalıdır. Asr-ı Saadet dönemini tarihi kaynaklardan incelediğimizde, Peygamberimizin çocuklara verdiği önemi, telkinlerini, uygulamalarını okuduğumuzda Peygamberimizin çok büyük bir öğretmen olduğunu da görüyoruz... Çocukları kucaklayan, onlara öpen, güzel telkinlerde bulunan, onlarla yeri geldiğinde çocuklaşan, yaramazlıklarını hoş gören, elleriyle saçlarını okşayan, onlara ilgi, alâka duyan, kucağına alıp gezdiren, çocuklara sorumluluklar veren, çocukları spora yönlendiren bir Peygamberin çocuklara gösterdiği uygulamalar; psikolojik, pedagojik olarak incelenmeli, bu işin öğretmenliğini yapacak olanlara Peygamberimiz yaptığı uygulamalarla rehber olmalıdır.

Evet, Peygamberimiz bir âlemin güzellikler, doğruluklar zaviyesinde tebliğcisidir ama ayrıca da çok usta bir çocuk eğitimcisidir. Yeni kuşak öğreticiler, öğretmenler; özellikle Peygamberimizin, çocuklara karşı gösterdiği muameleleri mutlaka okuyup öğrenmelidirler. Peygamber metoduyla günümüzde yetişen gerek kimsesiz çocuklar gerekse diğer çocuklar, topluma çok faydalı fertler olacaklardır.

Metin Acıpayam: Batı’nın insan telakkisini meşhur filozofları Dekart şekillendirmiştir. Dekart’a göre insan “konuşan hayvandır”. İnsanı konuşan hayvan olarak kabul eden bu anlayışın başka filozofu ise insanın atasını maymun yapıvermiştir. İnsanı hayvanla aynı noktada değerlendiren Batı bilgi telakkisinin oluşturduğu bilgi evreninde “çocuk” eğitimi tam bir kaos değil de nedir?

Celalettin Kurt: "Descartes, Batıda Modern felsefenin kurucusu sayılır. Descartes’e göre üç türlü bilgi vardır: Doğuştan gelen bilgiler, yapma ve ârizî bilgiler. Allah fikri, ruh, uzay ve tüm matematiksel düşünceler doğuştandır. Doğuştan gelen düşünceler doğduğumuzda hazır olarak bulunmazlar. Tıpkı doğuştan gelen hastalıklar gibidir. Yani hastalık bebekte kesinkes görülmez ancak görülme ihtimalinin varlığını gösterir. Bunun gibi doğuştan gelen düşünceler de doğduğumuzda hazır olan düşünceler değildir. Bizde hazır olan bu düşünceleri doğuran yetenektir. Aklın doğrudan kavramasıdır."

Kendi idrâklerine ve felsefelerine göre böyle bir düşünceye haiz olanlar, hayata her daim pozitivist anlayışla baktıklarından Mutlak Yaratıcının ortaya koyduğu bir gerçeği unuturlar. O da Allah'ın Bezmi Elest'te insan ruhuna "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" Suâline, verilen "Belî" cevabını bilememeleridir. Ve ayrıca bir kader levhası olan yine Allah'ın Lehv-i Mahfuz'unu da bilmezler onlar. Allah Kâl-û Belâ'da insan ruhunu yaratışı ve Lehv-i Mahfuz'la ona bir kader levhası sunması Yaratılış Modelidir. Yaratan ilk olarak insanın ruhunu yarattığında ve sonrasında dünyaya getirdiğinde ona şöyle bir pâye vermiştir; "sen eşref-i mahlukâtların en şereflisisin!" Yaratanın verdiği bu pâye insana verilmişken, "insanın konuşan hayvan olması" gibi bir anlayış ya da insanın maymundan geldiği tezi, sadece bir idrâksizliktir. Doğrudur, dünyada bir evrim, bir tekâmül vardır. Ve evrim Kuran'a aykırı değildir. Tekâmül olmadan; bitkilerin, hayvanların, insanların değişim ve dönüşüme uğramamaları mümkün değildir zaten!...

Bu topraklarda İmâm-ı Maturidi'nin ortaya koyduğu din-akıl ilişkisiyle hâdiselere baktığımızda problemlerimizi daha kolay çözeriz sanırım... Din ilimden uzak değildir, akılda Mutlak Gerçeğin emriyle zaten ilmi aramak zorundadır. "İlim Çin'de bile olsa arayınız bulunuz, ilim Mümin'in yitiğidir" kelâmları, zaten bu gerçeğin en aslî unsurudur. Batı yönünü inanç cephesinde kaybetmiş lâkin iş ahlâkı ve ortaya koymuş olduğu kurumsal kanunlarla ortaya koymuş ve kalkınmıştır. Bir dönem bizdeyken, idrâklerimizdeyken yitirdiğimiz aklı ve ilimi yeni baştan kurumsallaştırarak hem nazari hem uygulamalı bir eğitim sistemine geçmeliyiz bizlerde... Bu öncelikle çocuk eğitimiyle başlamalı, daha sonra silsile hâlinde yukarılara doğru sirayet etmelidir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri