Kim çok yemek muhabbeti eder, o midesinin esiridir.
Kim dost meclislerinde yemek çeşitlerinden bahis açar, o kişinin tefekkür ve gönle dair cehdinde azalma vardır.
Kim az yemekle yetinir, lafını etmek aklına düşmezse, o kişinin fikir ve gönül tâlimi tamamdır.
Resûller Resûlü Efendimiz’in buyruklarına uyan Sahabe-i Kiram az yerdi.
“Müslüman olduktan sonra âhir ömrüme kadar tıka basa karnımı doyurmadım” diyen Hazret-i Ebu Bekir az yerdi.
Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin, Peygamber Efendimiz gibi açlığını bastırmak için siyah bir taşı vardı, onu karnına bağlardı.
Yunus Emre Hazretleri açlığın faziletini “Açlık sonu tokluktur / Tokluk sonu yokluktur /Bu yollar korkuluktur /Allah görelim neyler?” diyerek nida ederdi.
Hz. Mevlânâ, açlığın Allah’ın has kullarının gıdası olduğunu söylüyordu. (Mesnevî, cilt:5)
Hâsılı, sofradan aç kalkıyorlardı.
Mübarek zatların hâllerinden ve sözlerinden anlıyoruz ki cennete tok karınla gidilmez. Biz, cennetin kapısına Ebu Zer Gıfâri Hazretleri gibi aç olarak varmaya tâlibiz.
Bunun için evvelâ, “Cennetin kapısını aç iken çalın; az yemek marifetin kapısı, marifet de cennetin yoludur” (İmam Gazâli, Kimyâ-yı Saâdet, cilt:2) buyuran Resûller Resûlü Efendimiz’e uyacağız.
Sonra boş durmayıp, şeytan ve modernizmin midelere hitap eden tüketim ideolojisine karşı mücadele edeceğiz.