30 Mart 2014 tarihinde yapılacak olan yerel seçimler için kum saati çalışmaya başladı. Zaman su gibi akıyor. Kahramanmaraş’ta muhalefet partiler “el gördülük” çalışıyor görüntüsü verse bile bunun artı olarak kendilerine döneceğine inanmıyorum.
Kahramanmaraş’ta MHP’nin % 25 gibi bir tabanı olmasına rağmen sağlıklı bir propaganda dönemi yapamadığından Milletvekili ile Teşkilatın birbirinden kopuk olduğundan hatta milletvekili Mesut Dedeoğlu’nun bu güne kadar partinin kapısından içeri giremediği ortadayken MHP ilçelerde buna rağmen bilinir, belli isimlerle seçimlere girerse partiye rağmen başarılı olacağını gözlemleyebiliyorum.
Dün Çağlayancerit, Düzbağ, Pazarcık ve bir iki beldede çok eskiden tanıdığım isimleri arayıp hal ve hatırlarını sorarken siyasi manada neler oluyor diye bir soru sordum.
Diyorlar ki; “MHP ve CHP tabanı partilerine rağmen sandıkta ittifak yapacak”
Bu nasıl olacak diye sordum; “ Mesela Çağlayancerit ilçesinde MHP’den Nazım Engizek aday olursa CHP’li seçmenler Nazım’a oy verecekler. Pazarcık da ise MHP’li seçmen CHP adayı Kamil Dalkara’ya oy verecek!”
Olabilir mi?
Bu tutar mı?
Bu iddia gerçek olursa sonuç ne olur?
Benim bu birkaç kişiden aldığım sözler gerçeğe dönüşecek olursa Ak Parti Pazarcık ve Çağlayancerit ilçelerinde seçimi kazanamaz.
**
El Kesesinden iftar programları!...
Siyasi Parti Teşkilatlarının, Belediyelerin, Oda ve Sendikaların iftar programlarına saygı gösteriyorum.
Cemaat ve vakıflarımızın, sosyal hizmet sunan güzide derneklerimizin yaptıkları bu güzellikleri manevi iklime yansımalarını görüyor ve seviniyorum.
Bu uğurda “bir kaşık kadar” katkısı olan yüreği ve gönlü açık ve sadece Allah rızası için yapılan her hayır ve güzelliğin yerine ulaşmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Ancak kimi kurum ve kuruluşların yaptıkları iftar proğramları bize yatırım olacak olan ödenekten harcanıyorsa ve kamu hakkı, yetim ve dulun hakkı devlet kesesinden harcanarak bu gösterişli, cafcaflı ve sadece insanı günaha sokan davranış biçimi şeklinde kendini gösteren iftar proğramlarını yapanları ve bunun bedelini de kamu bütçesinden karşılayanlara da hakkımızı helal etmiyoruz.
Kimileri bu konuda iktidarın sözlü emri olduğu yönünde konuşup duruyor.
Yetimin hakkına riayet eden benim Başbakanım el kesesinden böyle iftar programları yapılmasına onay ve izin vermez.
Onun için buradaki yaptıklarınıza Sayın Başbakanımızın adını karıştırarak kendinizin haklı olduğunu iddia etmeyiniz.
Sayın Başbakanın yazılı bir talimatı var ise bunu da kamuoyu ile paylaşmalısınız.
Bu ülkede 14 milyon civarında devlet yardımı ile hayatını devam ettiren vatandaşlarımızın varlığından bahsediyoruz.
Bu kadar fakiri olan bir ülkede kimse devlet kaynaklarıyla israf yapma hakkını kendinde göremez.
Eğer bu hakkımız bu şekilde gasp ve talan ediliyorsa da edenleri Allah’a havale ediyoruz.
Ve bunun için hiçbir kamu kurum ve kuruluşlarının verdikleri iftar programına katılmıyorum.
Parasını kendi cebinden veren bürokrat ve daire müdürünün iftarına da koşa koşa giderim.
Allah rızası için hizmet edenlere selam ve hürmetlerimi sunarken el kesesinden ağalık yapanları da protesto ediyorum!....
**
24 Temmuz ve Basın Özgürlüğü
Bu günü özel bir gün olarak görmem ve kutlamam. Çünkü bildiğim kadarıyla CennetmekanAbdulhamit ile doğrudan ilintili bir diğeri de Lozan barış anlaşması.
Her ikisine de muhalif düşünceler içindeyim.
Her ikisinde de bu şerefli milletin haklarının gasp edildiğini düşünüyorum.
Ancak tarihi detayları bilmeyerek, bizlere mal edilen 24 Temmuz günü nedeniyle bu günümüzü kutlayan başta Milletvekili Sayın Dr. Yıldırım Ramazanoğlu olmak üzere bütün dostlara en kalbi duygularımla teşekkür ediyorum.
Özgürlük konusuna gelince, hiçbir kurum özgür değildir. Hele kul ise hiç özgür değildir. Kul özgürlüğü Allah’a tam itaat ve diri bir imanla mümkündür.
Maddi manada ise, yasalar, örf ve ananeler, toplumsal kaygılar, mahalle baskısı gibi kavramlar ortadayken ne tam bağımsız bir ülke olur ne de tam bağımsız bir basın…
Bana göre bağımsız ve özgür basın denildiğinde;
“gazeteci vicdanının sesini dinleyebildiği oranda özgürdür”
Ekonomik kaygılar, makam ve ikbal korkusu içinde yazıp çizenlerin ise ne bedeni ne de ruhu özgür olabilir.
Benim ülkemde “basın özgürlüğü yok diyenlerin bedenleri ve ruhları özgür değildir”
Ben 33 yıldır yazıyorum.
Zaman zaman mahalle baskılarına maruz kalıyorum.
Ancak “vicdanımı dinleyerek yazdığım her yazı toplum nezdinde hem karşılık ve hemde saygı olarak bana döndü, dönmeye de devam ediyor. Yeter ki sizler, siz yazarçizerler, siz gazeteciler ahlaklı, erdemli ve kişilikli olduğunuz kadar toplumda karşılık bulursunuz. İftira atarak, millete hakaret ederek, olmamış bir şeyi olmuş gibi haber yaparak gazetecilik yaparsanız hakkınızda açılan hakaret davaları karşısında pes eder basın özgürlüğü yok diye avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Aynen Mart Kedileri gibi”
Ülkemizde özellikle Halkoylaması sonrasında iyi bir özgürlük ortamı oluştu. Bunu da sağlayan mevcut Başbakanımızdır. Ancak bunun Anadolu’ya Kahramanmaraş’a yansıması başka oldu. Buna sebep ise yine biziz. Bizler bürokrata yalakalık yaparak, övgüyü hak etmeyen siyasetçiyi göklere çıkartarak yayın yaparsak bunun da sonucuna katlanmalıyız…
Basın özgürlüğü noktasında hükmet bütün adımları fazlasıyla atmıştır. Ancak “benim özgürlüğümün bittiği yerde bir başkasının özgürlüğünün başladığını bilmeyen gazeteci bol kepçeden saldırınca da karşısında hukuku görüyor. Elindeki kalemi bir silah olarak kullanan, şantaj ve tehdit aracı olarak kullanan bir insana gazeteci mi denilir yoksa terörist mi?”
Sıkıntı burada!...