Eskiden bilirsiniz hayvanlarla yolculuk yapılırmış, böyle olunca da özellikle çöl yolculuğu zor geçermiş! İşte böyle bir yolculuk esnasında iki Arap Kafilesi yolda susuzluktan perişan olmuş. O esnada develerin dilleri dışına çıkmış, kırbaları boşalmış…
Bu durumu gören, Efendimiz(sav), bunların haline acımış, imdatlarına yetişmiş, yanındaki iki genci çağırmış: “Şu ilerde bir delikanlı var, efendisine kırba ile su götürüyor, çağırın yanıma gelsin” buyurmuş.
Genç direnmiş, gelmek istememiş ama kolundan tutup getirmişler. İnanmamış Efendimizin peygamber olduğuna, neyse uzatmayalım. Efendimiz, Allah’ın izni ile o delikanlının elindeki kırbayı almış, mucize göstermiş, Arap Kafilesindeki tüm insanlar bu sudan doya doya içmişler, onların kırbalarını da doldurmuş. Develerde kana kana su içmişler. Tabi delikanlı bu duruma şahit olunca, şehadet kelimesi getirmiş, Müslüman olmuş…
SEBEPLERE SARILMAK MI
Mevlâna hazretleri bu mucizeyi anlatırken, derki: “Yeryüzünde böyle bir hadise nerede görülmüştür? Su dolu bir tek kırbadan, onlarca insan ve deve içecek, kırba yine de boşalmayacak!”
Hazret şöyle de bir yorum yapar: “Kölenin kırbası zaten vesileden, hakikati örten bir sebepten ibaretti. Peygamberin emriyle ihsan dalgaları, asli denizden coşup köpürmekte, kopup gelmekteydi!
Su kaynayınca buhar haline gelir, havaya çıkar. Havadaki buhar da soğuyunca su olur, öyle mi? Doğrusu şu; “Yaratılış, bu hükümlerden hariç olarak sebepsiz, illetsiz yokluktan sular coşturmakta. Sen çocukluğundan sebepleri görüyor, bilgisizliğinden sebeplere yapışıyorsun. Yani sebepleri görüyor da müsebbipten gaflet!” Böyle olunca da yani sebepler gittiğinde ise başına vurmaya başlar: “Aman Yarabbi demeye koyulursun! Allah’ta sana: “Allah’ta yürü, sebebe git! Ne acayip şey, demek ki sen beni yarattığım sebepler için andın ha!” der.
Şu anlatılan daha da ilginç: “O vakit kul; “Bundan böyle hep seni göreceğim, sebebe, o laftan ibaret saçma şeye bakmayacağım artık” der.
Allah(cc); “Seni tekrar sebep alemine göndersem, yine sebeplere yapışırsın. Seni tövbesinde durmayan ahdi çürük adam. Fakat ben bu işe batmam, rahmetim boldur, herkese rahmet ederim” buyurur… (Mesnevi 3. Cilt s. 186)
SONUNDA NE OLMUŞ DERSİNİZ?
Bu hikâyenin sonunda, peygamberimiz(sav), Efendisine su götüren ve şahit olduğu mucize karşısında Müslüman olan gencin simasını sıvazlamış, dua edip göndermiş. Efendisi, bu delikanlıdaki muhteşem sima değişikliği karşısında şaşırmış, hatta onun kölesi olduğuna inanmamış. Köle Hz. Yusuf misali hem ahlaken hem de fizik olarak değişmiş.
Üstadımız der ki: “Şaşırıp kalacak zaman değil. Sen can ol da can yoluyla canı tanı! Görüş dostu ol, kıyas oğlanı değil. Melekle akıl, aynı yaratılıştadır; hikmeti var da iki suret oldu. Melek, kuş gibi kanatlı olmuş, akıl kanadı bırakmış, nura bürünmüştür.
Hülasa ikisinin de manası aynı olduğundan, ikisinin de hakikati bir olduğundan o iki güzel, birbirlerine arka olmuşlar, birbirlerine yardımcı kesilmişlerdir.
Melek de Hakk’ı bulmuştur, akıl da. Her ikisi de Adem’e yardımda bulunmuş her ikisi de Adem’e secde etmiştir. Ama nefisle bir olan şeytan ise ezelden bir olduğundan Adem’e düşmandırlar. Ona haset edip dururlar. Adem’i bedenden ibaret gören, ondan kaçmış, ona secde etmemiştir…”
Bu hikâyeden çıkartılacak elbette çok ders vardır, şahsen hakiki imanı anlatan Mevlana’nın yorumlarından çok etkilendim ve insanların dış görünüşünden daha çok erdemine dikkat edilmesi gerektiğini; sonra nefsimize dikkat edip, aklımızı kuşatmasına müsaade edilmemesi gerektiğini, böyle olursa, nefsin imanı bastırma tehlikesi ile karşılaşabileceğimiz ana fikrine ulaştım.
Elbette içinizde benden çok daha erdemli ve manevi derinliği olan insanlar vardır, inşallah onlar daha güzel sonuçlara ulaşırlar.
Sebeplere sarılmak elbette gereklidir ancak ‘ol deyince olduranı ve gönülleri dolduranı’ görmek gerek diye düşünüyorum.
Kalın sağlıcakla.