Kanlı ve menfur 15 Temmuz darbecilerinin hesap edemedikleri üç şey vardı: Selâ, ezan ve millet. Üçü de din-i İslâm’dan neşet eden mefhum ve vecibe…
Darbeciler bu üç ulvî değeri bilemediler. Çünkü seksen dört yıldır ezan, selâ ve millete karşıydılar. “Allahü Ekber Allahü Ekber… / Eşhedû en lâ ilâhe illallah … / Eşhedû enne Muhammeden Resûlullah…” sadâsının necip milletle olan ünsiyetini ve cihada çağırdığını bilselerdi, millete silah çekebilirler miydi?
Tanklarla ezmek istedikleri milletin din, yâni şeriat üzere gidilen yol mânasına geldiğini, mübarek bir kelime olduğunu öğrenselerdi ve bu ülkede milleti Türklerin temsil ettiğini unutmasalardı katliam yapabilirler miydi?
Selâ ve ezan okunan yerin Müslümanların vatanı olacağını, dolayısıyla orada yaşayanlar için selâ ve ezanın yedi kat göklerden uhrevî nağmeler taşıyan, câmiye dâvet eden, yâni bir ve diri tutan ulvî bir güç olduğunu kavrayabilselerdi darbeye teşebbüs ederler miydi?
CİHAD SELÂLARIYLA VATAN MÜDAFAASINA KOŞAN MİLLETİZ
Birinci Harp’te, Millî Mücadele’de ve ardından 15 Temmuz’da cihad selâlarıyla vatan müdafaasına koşan milletiz biz. Selâ ve ezan 15 Temmuz gecesi darülislâm olan Türk devletine kastedenleri yine mücadeleye, Allah ve Resûlü aşkına meydanlara ve cihada çağırıyordu.
Gecenin ikinci yarısında “İsrafil’in sûr’u gibi heybetli” bir dâvetti bu... Lacivert göklerde yıldızlar da selâ ve ezanı dinliyor ve ışıklarını “Hakk’a tapan milletin” vatanı Türk Ülkesi’nin semâlarına yolluyordu.
Selâ ve ezanın uhrevî dâvet ve mûsikisiyle bin yıldır günde beş vakit ruh ve imanını kavî kılan millet bin miligramlık ulvî cezbe ve imanla coşuyor, ibadete gider gibi meydanlara, sokaklara iniyordu.
“Lâ İlâhe İllallah Muhammeden Resûlullah…” dâvetini işiten Türk Ülkesi’nin bütün Müslümanları Çanakkale’de, İstiklâl Harbi’nde olduğu gibi 15 Temmuz’da da “din ü devlet bahsi bu” diyerek vecd hâlinde tanklara karşı duruyor, Mehmet Âkif’in söyleyişiyle hangi çılgın benim devletime darbe yapacakmış, şaşarım… nârâsıyla darbecileri hezimete uğratıyordu.
Selâlar ve ezanların okunduğu dakikalar fizik gücünün bittiği, göklerin ve yerlerin ulvî sadâya kesildiği, menfur darbecilerin apoletlerinin yerlere düştüğü, silah tutan ellerinin tutmaz olduğu, İblisce plânlarının tarumar olduğu ânlardı…
O selâlar ve ezanlar sâyesindedir ki darbeciler göklerden gelen ulvî şimşeklerin hücumuna uğramışçasına şaşa kaldılar…
Doğuda ve Batıda gecenin sabahına varmadan yer ile yeksan olan, millet karşısında mağlûp düşen böyle bir darbe ve darbeciler görülmedi. Darbeler tarihi bunu böyle yazacak.
Ah, selâ, ezan ve millet! Kadrini ve ulviyetini bilmeyen gâfil darbecilerin, modernlerin ve laikçilerin yüzü kapkara…