Şaşırmak için olağan şeyler seçiyor olmamız tesadüf değil. Çünkü olağan şeyler azaldı, olağanüstü şeyleri ise hazmetmeye uğraşıyoruz. Değişen değerlerimiz mi, yoksa devir değiştikçe otomatik olarak değişen değerler mi var, bilinmez…
Bir temizlik işçisinin yüklü para bulması ve bunu teslim etmesi hepimizi şaşırtıyor. Aynısını bankalara yüzlerce bin lira borcu olanın bulduğu çantayı tesliminde de yaşıyoruz. Bir çocuğun başını okşamayı unutalı çok oldu, iğrenç insanlar nedeniyle, ‘bir yetimin başını okşama’ sevabını bile bir kenara atar olduk.
Bir kediye süt vermek, bir köpeğe su içirmek, herhangi bir hayvanın karnını doyurmak, olağanüstü bir şekilde ilgi çekiyor, haberlere konu oluyor. Sokakta kalan bir vatandaşa uzatılan el, ağır yük taşıyan zayıf ve çelimsiz birine verilen destek.. bütün bu ‘normal’ şeyler anormal şekilde ilgi çekiyor.
Bir sanatçı bozuntusunun ‘dedesi yaşındaki adamı’ dövmesine artık şaşırmıyoruz; kimlerin ona sahipleneceğine, kimlerin ona karşı çıkacağına bakıyoruz.
Savunmasız insanları dövenlerin de ‘siyasi’ veya ‘şöhretine’ veya ‘parasına’ bakarak ya sahipleniyor ya karşı çıkıyoruz.
Kadına şiddete hararetle karşı çıkanlar, şiddeti yapana göre suspus olabiliyor.
Tacizde de bu böyle, tecavüzde de…
Bütün dünyayı ayağa kaldırması gereken olaylar, artık ayağa kaldıracak dünya bulamıyor. Bütün dünyayı yerin dibine sokacak olaylar gündemimize bile girmiyor.
Üzüldüğümüz şeyler, üzülecek şeyler değil. Sevindiklerimiz, sevinilecek şeyler değil. Küsme sebebimiz, incir çekirdeğini dolduran mevzular değil. Bugün hararetle tartıştığımız konuları bir süre sonra düşündüğümüzde gülüp geçiyoruz.
Kavgaya varan atışmalarımızın konusu, 50 yıldır küs olup, neden küs olduğunu unutan yaşlı amcaların konusundan farksız…
Farklıları da var elbet…
Başkasında gördüğümüzde karşı çıktığımız her şeyi biz yaparken ‘normal’ bulabiliyoruz. Sadece biz değil, bize yakın, bizim siyasi görüşümüzden, bizim hayat felsefesinde olanlarda da normal görmeye başlıyoruz.
Biz ve bizden olanların yanlış yapması mümkün olmuyor, hatadan münezzeh bir şekilde dünyaya gelmiş oluyoruz.
Bizden olmayan herkesin doğrusu da yanlış oluyor, yanlışını sormaya gerek yok, o külliyen yanlış bulunuyor.
Abartırken, normal değiliz; severken normal değiliz.
Karşı çıkarken normal davranmıyoruz, taraf olurken normal değiliz.
Hep bir abartı var…
Hep bir gösteriş var.
Hep bir “sizdenim/sendenim” haykırışı var.
Bunu sağda olan da yapıyor, solda olan da yapıyor, ortada duran da yapıyor.
İlla birilerine bir şeyleri ispat etmek zorundayız.
İlla mutlu olduğumuzu haykırmak zorundayız.
İlla başarılı olduğumuzu herkes bilmeli.
Çok yakışıklıyız, çok güzeliz…
Sadece biz değil, çocuklarımız da öyle, eşimiz de öyle, komşumuz da öyle, partimiz de öyle, şehrimiz de öyle, liderimiz de öyle…
Biz ve bize ait olan, ait olması gereken her şey güzel, diğerleri tu kaka…
Diğerleri içinde durum bundan farklı değil.
Oysa insanların çeşit çeşit olmasının hikmeti, ‘farklılık’tır…
Farklılıkları görmek gerekiyor.
Bir şeye karar verirken, seçeneğinin çok olması lazım; ya o ya bu değil, diğeri de var, öteki de var, şu köşedeki, en arkadaki, sağdan birinci, soldan üçüncü…
Farklılığın güzelliğinin farkına varmak için alternatifsiz kalmak gerekmemeli.
Farklılık güzeldir. Öyle olmasaydı yüce Mevla’m hepimizi aynı görüşte, aynı şekilde, aynı tipte, aynı ses tonunda, aynı renkte.. tıpkısının aynısı yaratır, robotlar gibi seri üretilen mahluklar olurduk…
Hata insana mahsustur, hatayı görüp, düzeltmek de…
Kimseden olmamıza gerek yok…
Kimseye kendimi ispat etmek zorunda değilim.
Aslında değişen bir şey yok. Dün de iyi ve kötü insanlar vardı, bugün de var, yarın da olacak. Değişen sadece değerlerimiz, bakış açımız, sahiplenmemiz ve karşı çıkmamızda saklı. İnsanlığımızı belirleyen diğerleri değil, işte bu duruşumuzdur…