Millet olarak değişimi hiç sevmezdik eskiden. Okumuş kesim olarak ara sıra değişmeye teşebbüs etsek de, “el âlem ne der oğul” denilince tekrar vazgeçerdik. Dedemizden, ninemizden, anne ve babamızdan ne gördüysek, ne duyduysak o şekilde yaşadık yıllarca. Sağcımız, sağcı gibi / solcumuz, solcu gibi…
Sonra, “Özal” isimli bir şişman adam girdi hayatımıza. “Satarım köprüyü” dedi. Bu söz sanki her şeyi değiştireceğinin habercisi gibiydi. Erken vefat etti rahmetlik. Değişim projelerini uygulamaya ömrü kifayet etmedi!
Sonra “Erdoğan” çıktı sahneye, “Ben değiştim, sizde değişin” diyerek. Değişimin iyi bir şey olduğuna inandı birçokları ve tek tek terk etmeye başladılar tüm alışkanlıklarını… Değişim yanlısı iktidar, dokunulmaz bilinenlere dokunmaya, değiştirilemez bilinenleri değiştirmeye başladı bir bir. Devlet tarafından kurulduğu yıllardan beri “Tabu” sayılan ne varsa hepsinin değiştiğini gören vatandaşlar sevinçle kendi tabularını da bir bir fırlatıp atmaya başladılar. Böylece, “değişim rüzgârları” sardı her yanımızı…
Değişmeyen, değişime karşı duran kimse kalmadı. Önce, Türk Milletiyle bütünleşmiş Ermeni ve Rum vatandaşlarımız sonra bin yıldan beri birlikte yaşadığımız, kız alıp kız vererek akraba olduğumuz Kürt vatandaşlarımız; “Bizde değiştik… Biz, sizden farklıyız” diyerek ayağa kalktılar. Bu değişim karşısında Anası Kürt, babası Türk veya tam tersi olan herkes apıştı kaldı.
Doğru bildiğimiz ne varsa yanlış olduğu söylenmeye başlandı sonra. Gençliğimizde “Kadir Mısırlı” tapılacak adamdı bizim için. Ona ve bize göre Lozan hezimetti. Şimdi zafer olduğu çıktı ortaya. Dersim, devlete isyan sayılırdı eskiden, şimdi devletin yaptığı bir katliam denilir oldu. Başbakanımız bile özür diledi Dersim de yaşayan vatandaşlarımızdan. Koca Başbakan, iş olsun diye özür dilememiştir elbet…
1968 kuşağı komünistlerin en azılılarından olan ve Anayasayı değiştirerek Hükümeti yıkmaya çalışan bu amaçla silahlı eylemler yapan “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın ölüm yıldönümüydü dün. ” Onlarda bebek katili “Öcalan” gibi masum ilan ediliyor bu günlerde. Bu durum değişimcilerin yeni bir projesi olsa gerek. Ana muhalefetin başkanı belli ki Başbakandan önce davranma isteğiyle Pazar günü sabahın köründe “sizlerden özür dileriz, bu katil devlet sizleri suçsuz yere astı” demek için mezarlarının başına koştuğunu biliyorsunuz. Dersim olayları için kendisinden önce özür dileyen Başbakandan rövanşı almaya çalıştığı gün gibi ortada. Ne müthiş değişim değil mi?
Değişim Bakanlığı
Asıl değişim Milli Eğitim Bakanlığında yaşanıyor. Hüseyin Çelik döneminde başlayan değişim çılgınlığı hiç hız kesmeden devam ediyor. Bakan Çelik tarafından yapılan değişim hamleleri başarısız olunca parti içerisinde çok güçlü bir isim olmasına rağmen koltuğundan olmuştu. Koltuğa oturan Nimet Çubukçu soluk dahi almadan değişimlere devam etmişti, yapılan bu değişimlerde kimsenin hoşuna gitmeyince O da koltuğunu bırakmak zorunda kalmış, koltuk bir kez daha el değiştirmiş ve mühür Ömer Dinçer’e teslim edilmişti.
Sayın Bakan koltuğa oturur oturmaz değişim rüzgârlarını çok daha sert estirmeye başlayarak tüm personelle birlikte bakanlığın yapısını değiştirdi. O günlerde bu durum çok fazla dikkat ve tepki çekmedi. Sonra sıra İl Milli Eğitim Müdürlerine geldi. Müdürlerin nerdeyse tamamına yakını değiştirildi. Milli Eğitim Müdürlerine, Okul Müdürlerine hatta Öğretmenlere; “Başarısız olanlar gider” şeklinde sert mesajlar verildi. Sonra, okul öncesinden üniversiteye kadar tüm sistem değiştirilmeye başlandı. İnşallah iyi olur demekten başka çaremiz yok.
Kısacası on yıldan beri, Milli Eğitim Bakanı denilince insanların aklına hep bir şeyleri değiştirmeye çalışan adam geliyor. Değişim, hangi bakanlıkta yapılırsa yapılsın genellikle vatandaşların hoşuna giderken Milli Eğitim Bakanlığındaki değişimler ne yazık ki vatandaşların çoğunluğu tarafından asla kabul görmedi.
Dünün insanı ile bugünün insanı elbette bir değildir. Bu yüzden eğitimin aynı kalması asla istenilemez. Gelişen teknoloji ile birlikte eğitim sistemimiz ve insanlarımız da elbette yenilenmelidir. Kendisini yenilemeyen, çağa ayak uyduramayan ne varsa kullanımdan kalkacaktır. Çağa ayak uyduramayan kimler varsa onların çağ dışı kalacağı da herkes tarafından bilinmektedir. Korku duyulan konu elbette değişim değil, “değişimin nasıl gerçekleşeceğidir.”
Ne yazık ki bu cennet ülkede yaşayan bizler dünden bugüne değişimin ayarını bir türlü tutturamamışız. Yoksa gördüğümüz kadarıyla hiç kimsenin değişimle bir alıp veremediği yok. Değişimlerde darbeler gibi başarılı olursa alkışlanıyor başarısız olursa yargılanıyor. O yüzden değişim yapmaya kalkışanların daha temkinli olmaları önerilir…