Arap ve Çin kayıtların da, demirciliğin "Türklerin ata mesleği" olduğunu belirtir. Her kültür de görülen bakır, bronz ve altın işlemeciliğinin son safhası olan demircilik yani demir işleme, Türkler de daha erken dönemlerde başlamıştır.
Çünkü, demirciliğin ilk ortaya çıktığı coğrafyanın Altay'lar olduğu, Dünya'ya buradan yayıldığını tüm Dünya bilim adamları söylemektedir.
Altay'larda, Ural ve Sayan dağların da yapılan arkeolojik kazılar da, Dünya'nın en eski demir aletleri ve silahlar bu görüşü destekler niteliktedir.
Rus'ların 17 nci yüz yılda esaretine geçen bu bölge için "Demirciler Aladağı" burada kurulan şehirlere de "Demircikent" adını vermeleri elbet anlamlıdır.
Türkler demircilik mesleğini ata mesleği saydıkları gibi onu kutsallaştırmışlar da; Şaman Törenlerin de hep baş köşe de Demirçiler olmuştur. 1200 yıllık Manas Destanı'nda, Manas'ın sefere çıkmadan önce demirçisinden dua alması, kılıcını ona biletmesi mesleğin hep kutsiyetini ifade eder.
Tarih, yetenekli ustalar sayesin de demiri tarım aleti ve silah yapımın da kullanan ülkelerin, hem zengin ve harplerde de çoğu kez üstünlük gösterdiğini söyler.
İnsan hayatını kolaylaştıran, üretimi artırıcı çoğu alet ve edavâtlarımız da demirçi ustalarının alın teri ve göz nuru vardır.
Keser, nacak (çalpa), balta, çekiç, kazma, ğalıç (orak), et keseri, kerpeten, oyacak, kapı, kilit ve anahtarı, karga burnu, zincir, zikke (örk), nal çivisinden daha irilerine kadar çiviler, nallar, kara saban ucu, saban, kağnı tekeri çemberi, köten. Demirçi ustalarının hep alın teriyle .doludur
Bir zamanların tarımsal üretimin yeğane gücü sayılan "koşum malı" dediğimiz öküz ve camuzların iş görebilmesini sağlayan, uzakları yakın eden binek ve yük hayvanlarını nal ve nallama işi de yine demirçi ustalarıyla mümkündü.
Kaynak makinesinin henüz taşra da olmadığı dönemde, kırılan demir parçalarını demir tozu dediğimiz boraksla "ulâk"layan yani kaynatan yine onlardı.
Demircilik aslın da bir sanattır. Her sanat gibi ince sırları olan, bu sırları zaman için de usta kafasına ifşa ederse usta olması ancak o zaman mümkündür. Hani derler yâ "demir tavır da dövülür" usta tava geldiğine kanaat getirdiği kalfaya sırrını o zaman üfler.
Herşeyden önce, usta demirden üreteceği ürünün ne amaçla kullanılacağını, bu ürünün ne kadar sertlikte olması gerektiğini iyi bilir. Demiri dövmeden önce ne kadar sıcaklık istediğini, ocakta ki demirin renginden yani, sigara ateşinde mi, portakal veya nar renginde mi onu inceden inceye gözüyle takip eder.
Ve usta odur ki; ocaktan istediği ısıda aldığı demiri, kendi bir elin de çekiç, diğer eli kıskaca tutunmuş demir de, bir orkestra şefi gibi birli veya ikili elinde balyozları olan kalfalara, demirin neresine kimin nasıl vuracağını ritim halinde komuta ederek dövdürür demirini.
Önce kaba şekil, sonra esas şeklini verene dek sürer dövme işlemi. Tâ ki, demire ne zaman nerde su vermesi gerekene kadar. Düşük ısı da verilen su demiri çürütür. Sudan sonra yine ocak, yine balyozla dövme, sonra da kumda dinlendirme.
Niye kum derseniz ? kum, ısıyı birden bire bırakmaz kademeli kademeli bırakarak, her kademe de çeliğin olgunlaşmasını sağlar da onun içindir.
Demire su verme ustayı diger ustalardan ayıran önemli özelliktir. Çoğu usta içinde ki kimyasal maddeden dolayı demire kısrak idrarı kattıkları ve bunu sır gibi sakladıkları, yaptığı çelikle ünlenenler olduğu bilinir. İşin özü demire ustanın terinin bulaşmasıdır. Ne kadar ter bulaşmışsa o demir o kadar kaliteli çelik demektir.
İlçemiz de, demircilik tarihi de hiç şüphesiz eskidir. Demircilik mesleğinin yan kolu nalbantlık da öyledir. Geçimi tarıma dayalı İnsan, ihtiyaç duyduğu alet ve edvâtı, koşum ve binek hayvanlarının nallama işini köy ve kasabalarının da temin etme gayretin de olmuşlardır elbet.
Kasaba olarak bilinen yoğun nüfuslu yerler bu görevi çevre köylerin ihtiyacını da karşılamışlardır. Örneğin Kızılcık Kasabamızda ki "Kodalaklar" veya "Komürcüler" olarak bilinen soy adı Demir olan aile buna örnek teşkil eder.
Bu yazıyı kaleme almamızın amacı Göksun Tarihi'nde demircilik mesleğinin profesyonel olarak ilk kimler tarafından başlatıldığını ve bu ustalarımızı hem yâd etmek, hemde gençlere bilgi aktarma amacı taşımaktadır.
Öyle ümit ediyorum ki, gençlerimizden sosyal bilimler ve ekonomi tarihine merak saranlar bu bilgileri daha da zenginleştirerek, tüm köy ve kasabalarımız da bu ustalarımız kimlerdi diye araştırır ve bu geniş çalışmayı Göksun'umuza hediye etmiş olurlar.
Göksun'un profesyonel olarak demirçi ustaları kimlerdi diye bakmamız için yaklaşık 150 yıl öncesine gitmemiz gerekiyor.
Aslen Afşin'li olan Ahmet, Ali, Yusuf ve Mevlüt adın da dört kardeşin üçü Göksun'a geliyor, Mevlüt Afşin de kalarak sanatına orada devam ediyor.
Göksun'a gelen Ahmet, Ali ve Yusuf kardeşler "Demirçiler" adlı eşli bir kabileyi oluştururlar. Meslek mensuplarını tanıtırken daha genç nesillerin tanıyabilmesine imkan vermek için tanıdık aile bireylerini de belirtme zaruriyeti oluştuğunu, konunun mecburen genişlediğini hatırlatmak isterim.
Demirçi Ahmet; rahmetli Demirçi Hüseyin, Demirçi Abidin ve Demirçi Veli'nin babalarıdır. Çok güçlü biri aynı zamanda da çok iyi bir pehlivan olduğu hep söylenir. Şalvar bağından yakalarsa rakibin hiç kurtuluşu yokmuş. "Malııım" diyerek, havaya kaldırıp, yere vurarak rakibinin göbeğine otururmuş.
Rahmetli Demirçi Hüseyin'in dükkânı, daha önce Hacı Çokaklı'nın dükkanı olan yerdi. Demirçi Hüseyin kendine ait bu iş yerin de rahmetli Demirçi Turabi ile birlikte çalıştılar.
Demirçi Turabi belediye itfaiye şöforluğun dan emekli rahmetli Hasan Demirci'nin (Turabi Hasan) babasıdır. Yani, Hacı, Ramazan, Şaban, Recep, Nejat, Cevdet ve Cengiz'in dedeleridir. Demirçi Turabi'nin diğer oğulları ise, İstanbul da yaşayan Abdulkadir ve Zekeriye Demirci'dir.
Rahmetli Demirci Hüseyin'in tek evladı Zübeyde Hanım'ın oğlu Coşkun askeriye de, kızının da 70'li yıllarda Ziraat Bankası'nda çalışan Sevim Hanım olduğunu hatırlatırım.
Demirçi Ahmed'in diğer oğlu Demirçi Veli ise, demirçilik yapmamıştır. Uzun süre mülküyeti Doğramacı'lara ait yerde esnaflık yapmıştır. Oğlu Ahmet abi sağlık memuru olarak Göksun'da, torunu Filiz ise yine uzun süre Göksun Nüfus da görev yaptı.
Klasik demircilik sanatı ve nalbantlıği, kendi kuşağı içinde en uzun sürdüren rahmetli Abidin Emmi'ye gelecek olursak;
Abidin Emmi'nin ilk iş yeri, mülkiyeti o zamanlar kendine ait olan Hükümet Konağı karşısındaydı. Arka taraf da nallama bekleyen öküz ve camuzlar, cuma pazarın da at, eşek, katırdan geçilmezdi burası. Huysuz atlar dudaklarını sıkıştıran "yavaşa" sayesinde zapturap altına alınır ancak bu şekilde nallanırdı.
Bu arada Abidin Emmi'nin Göksunun ikinci kuşak klasik ustalarından demirçi Şinasi Usta'yı (Bolat) yetiştirdiğini de belirtmek gerekir.
Şinasi, Sürmeli ve ağabeyi İsmail usta ikinci kuşak demirçi ustaları olup, İsmail usta klasik demircilik de kalırken, diğer ikisi kaynak makinesi ile meslekte önemli atak yapmışlardır.
İş yoğunsa keyfe iştaha gelirdi Abidin Emmi de, O'nun için " ğönü olursa demirden adam yapar" denirdi. Kolay değildir demiri balyozla dövebilmek, güç ister kuvvet ister. Güç ve kuvvetse iyi bir geçim dolayısıyla "boğaz" ister.
Çok eskiden demirçileri tanıtan bir belgesel izlemiştim. Galiba Konya'nın Bozkır ilçesin de yaşı 70'in üzerin de demirciydi bu. "Bu yaşta bu balyozla nasıl çalışıyorsun" denilince; cevabı "ayıptır söylemesi biz on beş günde bir geçi (keçi) yemezsek balyozumuz kalkmaz olur" demişti.
Abidin Emmi sonraları Kayabaşı'nda evinin önüne dükkân açtı. Ambarları dolup taşardı rahmetlinin. "yaymâ" dediğimiz on-onbeş ve daha fazla silme (11 kg) buğday alan çuvallar, evinin içini dışını doldururdu.
Yakın köy ve İlçe Merkezi çiftçilerinin, demir işleri ve nallama ücretleri "alışık defteri"ne yazılır, "harman zamanı" alacaklar buğday v.s ile harman yerinde tahsil edilirdi.
Böyle bir tahsilat dönüşü, at üstünde ki Abidin Emmi'nin arkasında sırayla dizili yükünü zor çeken iki -üç at ve eşekten oluşan konvoyla gelişi bir sanat erbâbının zenginlik ve haşmeti açısından görülmeye değerdi.
Abidin Emmi'nin Nakıp ve Memmed adlı iki oğlu vardır. Mehmet belediye emeklisidir. Beş kızı ise; Elif Hatun, Cafer Suzan'ın eşi yani Mustafa ve Erol'un anneleridir. Huriye Hatun, Berber Sami'nin eşi, Zekayi Demirci'nin annesidir. Pakize Hatun, Kazım Güneş'in eşi olup, ögretmen Sami Güneş ve Hadi, Sadi'nin annesidir. Abidin Emmi'nin diğer iki kızı Şemsi ve Müjgan ise Elbistan'a gelin gitmiştir.
Abidin Emmi'nin Elbistan'lı eşi Zekiye Hatun'u, Şevki Demirci'nin eşi Fadime Hatun'u ve demirçi ailesinden olmayıp da, mahallede "Dört Albustan'lı Hatun" olarak bilinen, Hasan Çavuş'un (Kundakçı) eşi Zeynep Hatun'u ve son olarak da, Zıba Duran Fâdıma Hatun'u (Zıba) burada kısa da olsa anmak gerekecektir.
Albustan'lı bu dört Hatun, giyim de olsun mutfak kültürün de çok farklı insanlardı. Yaptıkları turşu, yemek çeşitleri hele de baklavaları dikkat çekici bir lezzette olurdu.
Afşin'den gelen üç kardeşten biri olan, Demirçi Ahmed'in Hüseyin, Abidin ve Veli adlı oğullarından mesleği devam ettiren, torunları malesef olmamıştır.
Afşin'den gelen diğer kardeş Demirçi Ali'nin Mustafa, Şevki ve İbrahim adlı üç oğlu, iki de kızı vardır. Kızlardan Adiliye, emekli polisimiz Ali Baz ve Yahya Baz, Şengül'ün anneleri. Demirçi Ali'nin diğer kızı Köprübaşı'nda Gâytancı İsmail olarak bilinen rahmeli İsmail Dağlı'nın eşi ve Göksun eğitimine verdiği katkı ile, gururumuz Mustafa Çetindağlı'nın annesi Hayriye Hatun'dur.
Demirçi Ali'nin İbrahim adlı oğlu demirçilik yapmamıştır. "Berber İbrahim" olarak bilinir. Bir kız ve bir oğlu vardır. Oğlu çoğunuzun bildiği Berber Sami kızı ise Sürmeli Demirci'nin eşi Dürdane Hatun'dur.
Afşin'den gelen Demirçi Ali'nin oğlu Demirci Şevki, uzun süre Orta Mektep olarak bilinen okulun hemen üstün de şimdi ki Maruf Demirçi'nin Evi'nin arkasında ki eski evin altı iş yeriydi. Maruf Hoca'nın evinin olduğu yerde çocuk kulaçlarımıza göre 2.5-3 kulaçlık bir iri dut ağacı vardı. Hemen batısında bundan biraz ince 1.5-2 kulaçlık bir dut ağacı daha vardı.
Şevki Emmi bu iri dut ağacının hemen dibine yaptığı oturaklı köşkün de, cıvıl cıvıl kuş sesleri altın da nal ve mıh düzeltirdi
Demirçi Şevki rahmetlinin 3 oğlu birde kızı vardır. Öğretmen Maruf Demirçi (Faruk, Muzaffer ve Tuba'nın babaları), rahmetli Hava Assb. Durdu Mehmet ve trafik kazasında da vefat eden Müslüm Demirci (rahmetli Assb. Muharrem ve Müslüm'ün babaları), kızları ise Sabiha olup Ögretmen Bayram Kenger'in eşidir.
Demirci Şevki'den sonra mesleği yürüten oğul ve torun olmadığından bu ailede de demircilik son bulmuştur.
Afşinden gelen Demirçi Ali'nin diğer oğlu Demirçi Mustafa'nın iş yeri de şimdiki Sürmeli Demirci'nin evinin arkasındaydı. Sürmeli Abi'nin evi olmadığı zaman burası geniş bir alan olup, birde derin içme suyu için kuyu ve bahsettiğim büyük dut ağacı vardı.
Demirçi Mustafa'nın, ustalığı yanın da iyi bir pehlivan olduğu çok iyi de at yetiştirdiği söylenir. Eşi Halime Hatun'u bir aydınlı göçü esnasın da kaçırdığını bizzat kendisi de söylerdi. Halime Hatun mahalle de sevilen sayğın bir kadındı.
Demirçi Mustafa'nın 3 oğlu bir de Hatice adın da Çukurova'ya gelin giden kızı vardı. Oğullarından Yusuf sağlık memurudur. Mustafa Emmi'nin en büyük oğlu Demirçi İsmail Amasyalılar'ın yukarısından da klasik demircilik sanatını vefatına kadar yürütmüştür.
Oğulları Assb Galip ile Osman ve Türkeş'dir. Rahmetli Demirçi İsmail'in eşi Hüsne Hatun ise, uzun süre Göksun da kırık-çıkık yani sınıkçılık da aranan, hatırı sayılır biriydi rahmetli.
Demirçi Mustafa'nın diğer bir oğlu Sürmeli Demirçi uzun bir süre babadan aldığı mesleği şimdi ki evinin altın da, daha sonra da sanayi de devam ettirmiştir.
Sürmeli Usta klasik demircilik sanatının artık yürümeyeceğini anlayarak, kaynak makinesi ve onun ötesin de tarım aletleri yapımına yöneldi. Sonra da demirle ilgili tüm işler de Sürmeli Usta öne çıktı.
Bunun anlamı 150 yılık Demirçiler ailesin de, mesleği ileriye taşıyan tek torun ünvanını elde etmesidir. Dahası oğlu Davut'la meslek şimdi devam ediyor.
Bu arada Şinasi Usta'nın da (Bolat) meslekte ilerleyen ve bunu oğulları Ömer ve Fatih'e aktardığını belirtelim
Buraya kadar anlatımlarımızdan, Afşin'li Ahmet, Ali ve Yusuf adlı üç kardeşin Göksun'a gelerek profesyonel olarak Demircilik mesleğini başlattıklarını öğrenmiş olduk. Aslında bu üç kardeşten ikisi Amet ve Ali mesleği başlamışlardır.
Afşinden gelen üçüncü kardeş olan Demirçi Yusuf'un demircilik mesleği ile bir iş yeri açtığına dair kanıt niteliğin de bir bilgi malesef yoktur.
Demirçi Yusuf'un iki oğlu vardır. Bunlardan büyüğü rahmetli "Demirçi Yusuf Hoca" lâkabıyla bilinen Halil Demirci''dir. Salih Demirci'nin babası, Devlet Su İşlerinden emekli Muharrem Demirci ile, Hastahaneden emekli Bekir Gökçe'nin dedeleridir.
Hoca Emmi'nin Kandili Camisinin yapımı için gösterdiği gayret ve fedakârlıkları her türlü takdirin üzerindedir.
Demirçi Yusuf'un diğer oğlu çoğunuzun tanıdığı "Bankacı İsmail" olarak bilinen, rahmetli İsmail Demirci'dir.
Ekrem, Cemal, Sezai (Cecik), Yusuf, Soner ve Uğur Demirci'lerin babaları olan İsmail Demirci'ye yaşça kendinden küçükler O'na "İsmail Dayı" diye hitap ederlerdi. Ağır, sevilen, güvenilir bir insandı rahmetli.
Velhasıl Afşin'den gelen ustalar içerisin de, Demirçi Ali ve O'nun torunu Sürmeli ve nihayet tek Davut'la yürüyor şimdilik bu aile mesleği.
Öte yandan, Demirçi Şinasi Usta'nın kardeşi Necati Usta çocuklarından yürüten de yok. Bolat ailesinden mesleği devam ettiren, Şinasi Usta'nın iki oğlu Ömer ve Fatih'lerdir.
Direk ve en direk meslekle ilgili bir değerimiz de, Kirami Usta (Özcan) ve kardeşlerinin önemli yeri olduğunu bilmemiz gerekir. Şimdiler de bu meslek rahmetli Kirami Usta'nın oğullarından Feruh Özcan'la devam ediyor.
Yaptığı işin demir ve demircilikle ilgisi nedeniyle, rahmetli Osman Nalcı'yı ve O'nun yetiştirdiği Ali Usta'yı (Armut) unutmamak gerekir. Aynı amaçla, Mehmet Küpeli ve Nurettin Suzan'ı da hep akılda tutmamız gerekir.
Yukarıda saydığımız emektar ustalarla birlikte, her çağda önemli olmuş demir madeniyle uğraşma, kapı, pencere, kaynak ve buna benzer işleri sanayimiz de yürüten esnafları topluca, isimlerinin sonuna usta demeyi unutmadan yazıya dökecek olursak;
Bozüyük'lü Ali Usta, Nurettin Suzan, Taşoluk'lu Ali Doğan, Değirmendere'li Ali Alıcı, Findıklıkooyak'lı Murat Avcı, Hacıkodal'lı Hayri, Mehmet, Ahmet Koca baş, Ali Çanak, Ferruh Özcan, Davut Demirçi, Ömer ve Fatih Bolat, Uğur ve Aslan Küpeli gibi kendi dışın da Göksun için üretim yapan ustalarla yürüyor bu meslek.
Umarım teknolojik yenilikleri de dikkate alarak hızlı büyümeleri sayesin de, Göksun ekonomisine daha da fazla katkı sağlamış olurlar.
Burada andıklarımızdan göçenleri rahmet kalanlarımıza sağlık ve başarı dilemekten bu güzel Şehir.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.