Bayramları, bayram gibi kutlamayı bilmeyen bir millet olduğumuz kesin. Ama aynı zamanda “kutlanmasın” diye de iktidarların ellerindeki tüm imkânları kullandığı garip bir ülkeyiz.
1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması veya kutlanmaması bir restleşmedir gidiyor. Dünkü yazımda da bu konuya değinmiştim. Bugüne kadar olanlara bakarak, dün olacakları da söylemiştim, aynen oldu. Beni mahcup etmediler.
Oysa yüzümün kızarmasına razıydım. Özür dilemeyi bilirdim, alkış tutmaktan gocunmazdım, “polis dediğin böyle olur” diye göğsümü gere gere yazmaktan da asla çekinmezdim.
Ama olmadı, yazımdaki tespitlerim haklı çıktı.
Ve yine sorunlar konuşulmadı, bilançoyu hesaplıyoruz, acıları konuşuyoruz, yasadışı davranışlara vurgu yapıyoruz.
Dün yazımı, “Taksim restleşmesi, her yıl 1 Mayıs’ın amacına uygun kutlanmasını ve sorunların orta yere dökülmesini engelliyor.Belki böylesi daha iyi…Sorunları dillendirince, çözüm için mücadele etmek gerek.Belki de en zor olanıdır çözüm için mücadele etmek veya çözüme yanaşmak…” diye bitirmiştim.
Ve elbette sorunları dillendiren olmadı.
“Taksim’e gireceğiz” dediler, ortalık savaş alanına döndü.
“Taksim’e sokmayız” dediler, ülke Ortadoğu’nun baharı bekleyen antidemokratik ülkelerine döndü.
Dün olaylar bittikten sonra “her şey süt liman” olmadı ne yazık ki, süt liman gösterilmeye çalışıldı hepsi o.
Kimi polisi suçladı, kimi hükümeti…
İstanbul Valisi ise göstericileri…
Hatta onların hangi örgüte üye olduğunu, kendilerinde kayıtları bulunduğunu falan filan saçmaladı durdu. Sanki fişleme amiriydi.
Oysa ortaya çıkan tablo, kimin hangi örgüte üyeliğiyle alakalı değildi.
Kuru inadın doğurduğu sonuçtu.
Ve bu her iki taraf için de aynıydı.
Taksim’de kutlasanız ne olur veya Taksim’de kutlasalar ne olur?
Aslında 1 Mayıs, Taksim’de kutlansa tek bir olay olmayacak.
Bu öngörü değil, olayları okumayla alakalı.
Girecekler meydana, konuşmalar yapılacak, sloganlar atılacak, pankartlar açılacak.
Polis müdahale etmeyince davul da çalınacak, halay da çekilecek.
Ama bu tablo “polisin varlığını” göstermeye yetmez.
İstanbul Valisi tükürdüğünü yalamaz.
İçişleri bakanı “hayır” demiştir bir kere, o emri de başbakandan almıştır belki.
Sonuç yaralı polisler, başına sıkılan siviller, köşe bucak ele geçirilen insanlar ve gözaltında süren muamma…
İki tarafın gereksiz inadının cezasını hiç suçu olmayan lise öğrencisi çekti.
Başına gaz bombası atıldı.
Kanlar içinde yere yığıldı.
Yıkık dökük bir evin önünde olmuştu bu olay.
Genç kızın kendi evi.
İçeriye çektiler, korku dolu gözlerle.
Ama polisler hem vurmuş, hem görmüştü.
Derhal işaret ettiler, eve doğru.
İşaret edilen polisler de işaret ederek diğerlerini çağırdı.
Ve bir anda yaralı kızın bulunduğu ev, yeniden savaş alanına döndü.
Genç kız şimdi ölüm kalım mücadelesi veriyor.
Ve polis muzaffer bir halde Taksim’e kimseyi sokmadı. Aferin, bravo, bir ödülü hak ettiniz artık!
***
Dünkü olaylarda her iki taraf da suçluydu. Ellerine taş alan, kaldırım taşlarını söken bunları şuursuzca polislere atanlar suçluydu.
Yasal bir gösteriyi yasadışı hale sokmanın gereği yoktu.
Ama polis de suçluydu, hem de zincirleme şeklinde.
Her iki taraf da çok kötü bir sınav verdi, özellikle demokratikleşen ülkenin polisleri…
Bu elbette Türkiye gerçekten demokratikleştiğin inkâr edilmesini sağlamaz, sadece gölgeler, hem de çok çirkin bir şekilde.
Eskiyle kıyaslandığında çok daha özgür bir ülkede yaşadığımız gerçek.
Darbeciler yargılanıyor, darbeye teşebbüs edenler hesap veriyor.
30 yıldır boş yere akıtılan kan duruyor, barış için yeşeren ümitler filiz vermeye başlıyor.
İnsan hak ve özgürlükleri giderek kalıcı hale geliyor.
Demokrasi, tüm kurumlara yerleşmeye başlıyor.
Ama emniyet hariç…
Oysa demokratik ülke olmak, polis devleti olmak demek değildir.
Polis, halkın güvenliğini sağlar; halkın bayram kutlamasını zehir edecek şekilde konuşlanmaz.
Demokratik ülkede bir genç kızın kafasına sıkılmaz.
Gaz bombası da sıkılmaz, mermi de atılmaz.
Demokratik ülkede eline copu alan polis, şuursuzca sağa sola saldırmaz.
Ve demokratik ülkede, “Taksim’e sokturmam” türü padişah fermanı buyurulmaz.
Taksim, bu ülkenin içindeyse ve bu insanlar bu ülkenin vatandaşıysa kimseye sormasına gerek yok ve Taksim, “fethedilmeyi bekleyen kale” değildir.
Twitimden seçmeler
Fikirleri ve kişileri putlaştıranları en çok eleştirenlerin, putlaştıracak fikir ve kişi peşinde koşması ne garip!