Osmanlı döneminde ilçeyken köye dönüştürülmüş, cumhuriyet döneminde (1954) bir kez daha ilçe yapılmış ama siyasi çekişmelerden nasiplenen ilçe, yeniden köy statüsüne alınmakla kalmamış, adı da alınarak bir başka ilin ilçe yapılan köyüne verilmiş…
Bu talihsiz yer, Adıyaman’ın en uzak ilçesi Gerger’e bağlı Güngörmüş veya eski adıyla Nefsi Pütürge.
Diyarbakır ve Malatya’ya çok yakın, Atatürk Barajı’nın masmavi sularıyla çevrili bir alanda, kışı sert, yazı serin geçen, yeşillikler diyarı bir köy.
Köyün ilçe iken kullanılan Hükümet Konağı halen yerli yerinde duruyor ama köyü tanıyan yok gibi.
İki yıl önce bu köyümüzü tanıtmaya çalışmış, “Tınne köyü diye bir yer” başlığıyla kaleme aldığım yazıda “I Love You” filminden de esinlenerek, devlet kayıtlarında olmayan köyde yaşayanların çektiklerini dile getirmeye çalışmıştım. Yazımı, bu köyün Tınne (yok) olmasından kurtularak, heye (var) olmasını dileyerek noktalamıştım.
Zira köyün kapısı ve penceresi olmayan bir okulu vardı, sağlık ocağı iyi durumda değildi ve kar yağmaya başladığı andan itibaren köyün 4 ay dünyayla irtibatı kesiliyordu.
Köyün varlığından haberdar olmamsa, köyde yaşamaya direnen Güngörmüş Köyü Derneği (Gün-Der) Köy Temsilcisi ve Adıyaman Kültür Yardımlaşma Derneği (Akyad) Gerger ilçe Başkanı Serdar Kızılkaya’nın sosyal medyadaki aktifliğinden dolayıydı. (Bu arada Akyad’lı gençlerin projeleri yakın zamanda çok konuşulacak gibi…)
***
Yazımın yayınlandığı günden bugüne çok şey değişti.
Devletin yapamadığı okulun kapı ve penceresini yapan hayırseverler çıktı.
Sağlık Ocağı ise yenileniyor, inşaatı bitmek üzere.
Bütün bunları yeterli görmeyen köylüler, özellikle çocukların ve gençlerin “okuma sevdası” kazanması için kütüphane kurmaya niyetlenmişler ama yer yok.
Caminin hemen bitişiğindeki boş odayı kütüphane olarak düzenlemiş, raflarını da yaptırmışlar ama sorun temin edilecek kitaba gelmiş.
İşte o zaman yeniden sosyal medyaya iş düşmüş.
Serdar Kızılkaya başlattığı kampanyayı, kısa zamanda geniş kesimlere duyurmayı başardı.
Hafta sonu bu kütüphanemizin açılışına davetliydim.
2 saatlik bir yolculuktan sonra soğuk köyün sıcak insanlarıyla buluştuk.
O kadar uzak yere İstanbul’dan kalkıp gelen ITI UNESCO Dünya Tiyatro Eğitimi Başkan Yardımcısı ve Avrupa Kültür Başkentleri Büyükelçisi Emre Erdem de vardı, Şanlıurfa’dan, Adıyaman’dan, Gerger’den ve çevre köylerden katılımcılar da.
Kütüphane açılışına eli boş gitmedim; 2006 yılında yayınlanan “Emmi Hortumu Taksana” adlı mizah kitabımın yanına bir takım da ansiklopedi ekleyerek gittim.
Okumanın sınırının, mesafesinin ve rakımının olmadığını bir kez daha orada gördüm.
Bir kitap, bir kütüphane oluşturmaya yetiyordu ama en önemlisi bir kitap, bir hayat değiştirmeye neden olabiliyor, farklı dünyalar açan penceresiyle insanları dönüştürebiliyordu.
Sosyal hayatın hiç olmadığı yerde, sosyal hayatı ayaklarına getiren insanlar vardı.
Orada okuma sevdası dışında birkaç şeye çok sevindim. Bunları da not etmeden geçemeyeceğim.
***
Birincisi köyün buz gibi havasına karşın sıcak insanlarıyla tanışmaktı, misafirperverlikleriyle ağırlanmaktı.
İkincisi ITI UNESCO Dünya Tiyatro Eğitimi Başkan Yardımcısı ve Avrupa Kültür Başkentleri Büyükelçisi Emre Erdem’le tanışmış olmaktı.
Bir insan işini ancak onun kadar sevebilirdi.
Üçüncüsü ise Gerger’in genç kaymakamının hayata bakışı, müspet tavrı ve sahip olduğu ufkuyla olumsuzluğu olumluya çeviren çabasıydı.
İlçe insanının gönlünü kısa zamanda kazanan Kaymakam Ömer Bilgin, ilçeye yaptıklarının yanında sosyal hayata canlılık katacak cep sinemasıyla da tanıştırmış.
Üstelik de “alt yazılı” filmleri oynatarak, halkın dikkatini sinemaya çekmeyi de başarmış.
Doğrusu bir yönetici için ideal bir isim. “Yeri uygun değil” demeyeceğim, en çok böylesine ufku açık, çalışkan insanlara mahrum bölgelerde ihtiyaç var.
Bir gün geçirdiğim Güngörmüş köyünde bir şeyi daha Kaymakam Ömer Bilgin’in hayata bakış açısıyla öğrenme veya bir kez daha hatırlama imkânı buldum.
Olumsuzluk saymaya kalktığımızda, “sahipsizlik” üzerine iki kelam laf etmeye başladığımızda, dünyanın her tarafında bir şekilde “şikâyetler” geleceğini de biliyoruz.
Ama önemli olan bunu avantaja çevirmektir.
Olumlu bir durumu avantaja çevirmekten kolayı olamaz; zaten avantaj, olumlu olmasındadır.
Kaymakam Bilgin, bunu birkaç örnekle açıkladı ve olumsuzluğu avantaja çevirmenin felsefesini anlattı.
(İris melanin az içerdiğinde gözler mavi olur. Bazı insanlardaki renkli dediğimiz göz, aslında bir kusurdur. Bu mavilik bir kusur olsa da göz renginin güzelliğiyle avantaja çevrilir.
Kas liflerinin gelişme bozukluğundan kaynaklanan ve bazı insanlarda bulunan gamze de aslında bir kusurdur ama o gamze, insanları güzel ve sevimli kılmakta, olumsuzluğu olumluya çevirmektedir.)
Ve bu felsefeyi, ilçeyi yönetmekte uygulamasıysa kısa zamanda gönüllerde yer etmesine neden olmuş.
Üstüne “Parasızlık mutsuzluğun kaynağıdır ama para, mutluluğun kaynağı da değildir” diyerek, varlıkta yaşamanın kolay olduğunu, zor olanın yoklukta-imkânsızlıkta ayakta kalmayı başarmak olduğunu söylüyordu.
Güngörmüş’ün de, Kaymakamın da yaptığı aslında tam da böyle bir şey.
Bu insanlar sayesindedir ki iki yıl önce “tınne” diye tarif ettiğim köy, bugün “heye” olmuş, ülkenin dört bir yanında gönderilen kitaplarla farklı ufuklar açmaya hazır…
O kitaplar köyün hayatını bugün değiştirmedi, bir renklilik kattı ama yarın değiştirmeyeceğini hiç kimse garanti edemez.
Şikâyet etmeyi bırakıp, hayatımızdaki bütün olumsuzlukları lehimize çevirme şansımız her zaman var.
Bu şansı kullanalım…
Twitimden seçmeler
Prof.Dr.Süleyman Çaldak’ın Mesnevi’yi anlatırken “O, sebzenin bile saplarıyla tartıldığını bilir” sözü hoşuma gitti. Biz ne insanlar gördük, tek öneminin, “tartı” sırasındaki ağırlığı olduğu anlaşılıyor!