Edebiyat öğretmenleri, lise birde ilk defa edebiyatla tanışan öğrencilere Divan Edebiyatını anlatırken bilhassa divan şairlerinin divanlarını neden sınıfa getirip de göstermezler anlamıyorum.
Ben, edebiyat öğretmeni olursam; ögrencilerime divan şairlerinin divanlarını getirip öğrencilerime göstereceğim, dedim. Bu hayalle Fuzûlî Divânı'nı, Nedim Divânı'nı vs. öğrenci harçlığımla aldım ki edebiyat öğretmeni olduğumda öğrencilerime bu kitapları bizzat göstererek, tanıtıp öğreteyim, dedim.
Nihayet, edebiyat öğretmeni oldum; Kırıkkale Ticaret Meslek Lisesi'nde edebiyat dersine gireceğim zaman, bir kucak kitapla sınıfa girdim. Sınıfa bir girdim ki aman Allahım!Ben neler hayâl ettim ve nelerle karşılaştım. Ben neredeyim, öğrenciler nerede? Bir an, kendimi kaybettim sanki! Kendimi toparlayarak, öğrencilere nasihat etmeye çalıştım; getirdiğim divanları göstererek, çok güzel bir ders işlemekten bahsettimse de dinlemedikleri gibi gürültüye de devam ettiler. Sinirimi bastırmaya çalışarak öğrencilere:
-Arkadaşlar, beni saymadığınızı, meslekte yeni olduğumu bildiğinizi de biliyorum, dedim.
Öğrenciler biraz toparlandılar, ben devam ettim:
-Bu kitaplar içerisinde, Baldan Damlalar adlı bir şiir antalojisi var. Bu kitap, Türk Edebiyatının en seçkin şiirlerinin en veciz dörtlüklerini ve en veciz beyitlerinden oluşuyor. Şimdi, rasgele bu kitabın herhangi bir sayfasını açacağım; oradan bir dörtlüğü okuyacağım o dörtlüğün ışığı ile hareket edeceğim. Bakalım bana ne söyleyecek.
Kitabın bir sayfasını açarak bir dörtlüğü sesli olarak okudum. Ögrenciler itiraz etti:
-Hocam hocam, biz bu dörtlükten bir şey anlamadık!
-Anlamadığınızı anladım, neden anlamamalısınız anlamadığımı anlayabilir misiniz anlamıyorum. Neyse, bu dörtlükte şâir nediyor biliyor musunuz? Kısaca şöyle diyor: "Nasihat dinlemeyene nasihat etmek, köpek leşine gül suyu dökmeye benzer." Şimdi bildiğinizi yapın, dedim ve sustum.
Dilim sustu ama içim susmadı kaynıyor, ben nasıl bir meslek sectim, mülahazasıyla burnumdan soluyarak evi buldum. Başka imkanım olsa, yıllarca hayalini kurduğum öğretmenlik mesleğimi bırakmayı dahi düşündüm. Doğu klasiklerinden bir kitap okuyordum, tevafuk mu desem, tesadüf mü desem… Kitabın bir yerinde bir beyit okudum,ben mi beyiti okudum;beyit mi beni okudu… Beyiti döndüm döndüm okudum.
Beyitte, şâir: "Bahçıvan, bir gül yetiĢtirmek için bin dikene katlanır." Bu mesajı alınca, bu beyit benim için söylenmiş, dedim ve büyük bir ibret aldım. Kendi kendime,ne yapıyorsun ilk günden pes mi edeceksin? Bir doktor hastasını, ağır hasta diye; bir komutan harp meydanını terk eder mi ki sen öğrencilerini burakacaksın, dedim.
Bir gün sonra okuluma her zamankinden daha büyük bir aşkla gittim ve ilk günki heyecanla sınıfıma girdim; derslerimi aynı şevkle anlatmaya başladım.
Takvime bir baktım ki 25 yıl geçmiş. 25 yıl dikensiz gül yetiştirdim… Emeklilik dilekçesini verip de okuldan ayrılıken yirmi beş yılın sevinci ve burukluğu ile, içimden şarkı söylemek geldi:
Nasıl geçti habersiz O güzelim yıllarım Bazan göz yaşı oldu Bazan içli bir şarkı
Her ânını eksiksiz Gün gibi hatırlarım Dudaklarımda tuzu İçimde durur aşkı... ***