Dün partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, birçok kişi gibi beni de şok etti. Hem Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’e verdiği cevap, hem anadille ilgili sözleri, çok kişiyi şok etti.
Sanki demokratik açılımı yapan kendisi değildi.
Sanki Kürt Sorununu çözmek için didinen de kendisi değildi.
Sanki her türlü ırkçılığı elinin tersiyle iten bir dine mensup değildi.
Sanki “kendi nefsi için istediğini” bir başkası için isteyen bir anlayışın temsilcisi değildi.
Dün, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bugüne kadar ki bütün demokratik adımları elinin tersiyle iten, ırkçılığı benimseyen, Milliyetçilikten gurur duyan bir kimliğe bürünmüştü.
“Anadilde eğitim, öğretim, yok böyle bir şey” dedi mesela…
Hem de anadilde eğitimin, herkesin ana sütü gibi hakkı olduğunu bilerek…
“Devletin resmi dili Türkçedir” diye devam ederek, anadilde eğitime karşı çıktı.
Çok basit bir savunma mekanizmasıydı ve altı dolu değildi, içi boştu, inandırıcılıktan da uzaktı.
Devletin resmi dilinin Türkçe olması, bir başka dilde eğitim alınmasına engel değildi.
Eğer öyle olsaydı bu ülkede İngilizce, Almanca, Fransızca eğitim olmaz, tüm eğitimler Türkçe yapılırdı.
Bunu en iyi bilen de başbakanın kendisiydi.
Bugüne kadar “Kürt yoktur” denen devlet zihniyetinin ülkede nasıl yaralar açtığını en iyi bilenlerden olmalıydı.
İnkâr ve asimilasyonu kaldırmak, “dilinizi kullanmayın” demek değildir.
Veya demokratik açılım yapmak, “Kürtçe müzik dinleyip, Türkçe düşünmek” de değildir.
Bir işe ya kalkışacaksınız, ya hiç lafını etmeyeceksiniz.
Kalkıştığınız işi de sonlandıracaksınız.
Türkiye’de anadilde eğitim şarttır ve herkesin doğuştan kazandığı bir haktır.
Bunun aksine söylenen her söz ise abesle iştigalden öte bir şey değildir.
Kim ne derse desin, kim nasıl düşünürse düşünsün, Allah’ın verdiği bir hakkı, bir başkasının almasına “hak ihlali” denir.
Her ihlal ise yüreklerde açılan yeni bir yaradır.
Herkesi Türk görmek, gerçeklere gözünü kapatmak demektir.
Herkesi kendi kimliğiyle görüp ama o dilini kullanmasının önüne engel koymak da insanların en temel hakkını gasp etmekten öte bir şey değildir.
Bir şeyden taraf olmak, onu sonuna kadar savunmakla olur.
Eğer siz ihlal edilen hakların iadesini isteyerek halktan oy almışsanız, bunun gereğini yapmak zorundasınız.
O kürsüde AK Parti Genel Başkanı gibi konuşmak zorundasınız.
Sizi dinleyen vekiller, oy veren insanlar, destek veren aydınlar, sizin kafatasçı olmamanıza ve kanayan bir yarayı dindirmenize karşılık destek vermiştir.
Bütün bunları unutup, kürsüye MHP lideri gibi veya ulusalcı gibi veya Ergenekoncu gibi çıkarak söylemlerde bulunma hakkınız artık yoktur.
Aslında sorun belki de, “nereye oynadığınızla” alakalı olsa gerek.
Eğer başbakanlığa oynuyorsanız, çok demokrat olabiliyorsunuz.
Ama eğer cumhurbaşkanlığına oynuyorsanız, bürokrasinin dilini kendinize rehber seçebilirsiniz.
Hani “kırmızıçizgi” üretenlerle mücadele ediyordunuz?
Hani devletin asıl sahibi konumunda kendisini görenlere, bunun yanlışlığını söylüyordunuz?
Hani, devlet içindeki çetelerle mücadele ederek, halkın yönetimini esas alıyordunuz?
Birden bire ne oldu, bütün demokratik kimliklerden arınarak, kafatasçı mı olmayı seçtiniz?
Devletin resmi dilinin Türkçe olması, anadilde eğitimin Kürtçe olmasına nasıl bir engel teşkil ediyor, bari bunu da söyleseniz de, biz de ne olduğu üzerine kafa yorsak.
Yok böyle bir şey…
Var olan, “ben istediğim kadar hak veririm” türü yaklaşımdan öte bir şey değildir.
Hak, asla bir ulufe değildir ve birilerinin tekelinde olan, canı çektikçe veren, küstüğünde esirgeyen veya gıdım gıdım vermeyi bir marifet sayan bir kavram değildir.
Hak, insanların doğuştan kazandığı ve Allah’ın bahşettiği bir şeydir.
Dünyaya geldiğimde nasıl ki, Türkçeyi anadilim olarak seçme özgürlüğüm yoksa anadili Kürtçe olanın da seçme özgürlüğü yoktu.
Buna anne ve babayı da, memleketi de, ülkeyi de, dini de ekleyebilirsiniz.
İnsanların nerede ve nasıl doğacağını belirleme hakkı, sadece yaratıcının elindeki bir şeydir.
Yaratıcının öyle uygun gördüğünü, kullar olarak bizlerin yargılaması düşünülemez.
Bir insanın beyaz olması, siyah veya sarı olması nasıl ki elinde değilse, hangi dili konuşanların arasında doğması da elinde değildir.
Ve demokratlık, işte bütün bunlara saygı göstererek, hak ettiğini esirgememek, gasp etmemek, el koymamak, baskı ve zulüm yapmamaktır.
Ama dedim ya zaten dün o kürsüde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan değildi, bir başkasıydı, çok tanıdıktı ama başbakan değildi.
Twitimden seçmeler
Düşünce adamlarının siyasete girmesi çok iyidir ama bu siyasi anlayışla çok kötüdür. Davutoğlu'nun tırnağı olamayan, ona geri zekâlı diyebiliyor.