"o ne ekê avrad bir bilseez; olânı everdi bir de düvên açdı verdi eline" veya "golay mı düvên açmâ ğömü buluk diyolar" yada "goyunu geçii satık düvêni ölê açık", "düvêni ortak açıklar", "anam, elin gelini de âhıllı, sıyırık verik boâzında golun da ne varısâ get düven aç, evi de ayır" çok duyduğunuz sözlerdir bunlar. Biri bir düvên açınca olay olurdu sanki, sermaye ne kadar kıtdı ki.
Önceleri "düvên" derdik, hata ağıtımsı türküsü Göksun da çok söylenirdi. "Develoğlu geldi geçti, Gayseriye düvên açdı" diye. Sonra "dükkân" derken, "bakkal" "bakkaliye", "toptan gıda" ve sonun da "market" sözcüğüne alıştırıldık. Böylece devâsa şirketlerin kulağına su kaçırmışcasına, geldi kondular bir bir Mahallelerimize. Ezdi yok etti düvêni de onca yıllık kültürü de..
Alış veriş olsun olmasın evden çıktığımız da ilk durak yerimizdi. En azından sıgara aldığımız, vakit yoksa kapı ağzı da olsa görünüp selamlaştığımız hâl hatır sorduğumuz dost mekânlarıydı.
Nasıl da hoş gelirdi bize; boyasızlıktan yağmurun yaşın göverttiği, ahşap kapı ve pencereli bu organik, bu her şeyiyle doğal, bu minicik mekânlar.
Bir, bilemedin iki tahta sandalye, biri zaten üzeri minderli o da sahibi için. Arada ağır biri gelirse, galle (kasa) başın da o oturtulurdu. Terazi, gramlık, veresiye defteri, kibritler. Üstden demir para atılması için galle deliği.
Hemen, iri harflerle yazılmış "veresiyemiz yoktur" yazısı ya da, bunu resmeden, peşin satanın keyfli, veresiye satanınsa saçını başını yolan resimleri dikkatimizi çekerdi. Daha küçük ebadlı "karınca duası" ve yanın da bir "ğö boncuk". Bir de iş yeri açma vesikası.
Oturursun bir şeker yada mercimek torbasının üzerine, sonra elin de ufak çitille bir kız çocuğunun "emmii anâm şu çitilinên vit yâ istedi" sesine dikkat verirsin, düvencinin yağ tenekesine daldırdığı iri spatülü, ve sonra da "hani veresiye yoktu yâ !" diye düşünür durursun.
Gara önlüklü bir çocuk, Emmi diyerek atos kalem ister, uzatır parayı ve galle deliginden keyfle düşer yirmi beş kuruş. Düvêncinin, sanki mecbur gibi avuç içine yatırdığı kalemi bıçakla yontuşunu seyredersin. Kalemi verirken de "mıkıyet ol hâ yitirme !" diye tembini duyarsın.
Kapı eşikliğinden "yanından bir tütün versene" diye yarı emirli sesi, birinci, ikinci, üçüncu, bafra, yenicelerin altında bulunan tütün paketinden bir tabakalık tütünü uzatışını, ötekinin eyvallahsız çekip gidişine bakarsın.
Göz gezdirirsin şöyle bir düvêne, yan yana sıralı yağ, zeytin, hâlvâ, Antep bekmezi, için de çomça olan tahin tenekesi. Üst üste yığılmış külek bekmezlerine, camekâna konulmuş toz şeker, pirinç, mercimek, leblebi. Camekân altın da kaya tuzları...Tahta kutu da şeker sucuğu, lokum, kuru incir, karton kutular da, sana yağı, bisküvi, kaymaklı bisküvi, gofret...
Yerdeki torbalar; makarna, kuru üzüm, kabuklu yer fıstığı, çir, toz biber, tuz. Duvar da asılı irişkit ve kayış kuşaklar (kemer), birer top kırmız ve siyah cücük (kuş) lastiği. En üst rafların bir köşesin de, çay ve su bardakları, lamba camları ve ampüller. Bir başka köşeye sıkıştırılmış, kalıp sabunlar, çamaşır suyu, tursil, omo'lar.
Tahta raflarda sıralanmış kavanozlar da, Fındık ve ceviz içleri, badem şekeri, boyalı ve akide şekerleri Daha küçük kutular da ayna, tarak, krem ıncık-boncuk, iplik makaraları, iğneler, çuvaldızlar, don lastikleri, düğmeler, bir top çini için ğırnep.
Saman kağıtdan "hesap defteri" yazı, resim defterleri, tükenmez ve kara kalem, resim kalemleri, açkı, silgi.
Bir bölüm de yüzer gramlık çay paketi, kesme şeker paketi, yine raflar da gıslavet ayakkabı, lastik çizme, rengarenk naylon ayakkabı, sandalet. Bir köşede karton kutu için de çini (topaç)
Yorgun arğın omuzu kürekli tarla sulamadan gelen "otun eyi mi ?" diye, titrek dudakları, ferfer fer eden gözlerle biri belirir kapıda. Belli ki otsuz kalmış, "amma yapdın hâ tâvâtır" der, devamla "halis muhlis Maraş otu" diyerek zulâdan aldığı paketi uzatır. Rengine bakar, koklar ve el ayâsına koyduğunu alt dudağa iştahla yerleştirir ve "sabânàn ûrârım ben sâ" diyerek o da uzaklaşır...
Kapı ağzında "Emmi ellûruşluk zeytin" der, elin de ekmek orta mektepli. Gazete külâhıyla tartar, üzerine toz biber ekerek savar onu da düvenci.
Dışarıdan, cam önüne dizilmiş numune ürünler de görünür, arko traş sabunu, jilet, çay paketleri, çamaşır suları, defter ve kalemler...
Kapı dışına asılı, rengarenk naylon ayakkabılar, hayvan yularları, çanlar, lastik toplar, irili ufaklı bidonlar, naylon leğen, naylon taslar, süpürgeler, ateş küreği, kömür maşası. İçeri ve dışarı da; yok yok, maksat müşteriye yok dememek, "yok !" diye onu geri çevirmemek.
Kapitalizmin vahşi dişini göstermediği bu zaman da, ekonomi dilinde ki, "Say Kanunu"nca; "her arz talebini yaratır" yeter ki sen mal üret alıcısını mutlaka bulur dendiği ikinci harp sonrası devir. Şimdi öyle mi yâ ? Olan bakkal kültürümüze oldu.
Elinde lastik numunesiyle bir kız çocuğu girer, lastiği sündürüp göstererek "anam şu lastikden üç metiro istedi" metreye gerek yok ki, galle kenarına bıçakla bir metrelik kertik yetiyordu. Ölçtü verdi çocuğun eline, sarı ve bakır renkli bir kaç para çeşidini galle deliğine atarak.
Nakliye masrafı fazla binmesin diye, beşerli bilemedin onarlı gruplar halin de, Kayseri ye "mala geder", sekiz on ton yükle gelir bizim düvenciler. En az düvenci kadar da müdâvimleri sevinir "ne getirdi olâ" diye. Her gelişlerin de bir kaç yeni ürün çeşidi piyasaya sunulmuş olur. "akidiye" şekeri "kahveli şeker"e, lokumlar yeni renkler alır.
Kapıya sığmayan biri elini uzatarak "yanından on, on beş kâat verelê" dediğin de "niniyecin on, on beşi ; on, on beş gazandımmı ki ?", "de hele de acelem var Albustan'a gediciim ikiün sorâ verrim" düvencinin bir eli gasa da "daha ötê duruyor" diyerek uzatır. Bir yandan da açâ kapayâ gâlınlaşmış defterine "elden" diyerek yazar hesabı.
Tarım da mekanizasyon üretim ve gelir de artışı, artan nüfus da talebi artırdı. Sermaye bollaştı. Her yenilenen veya yeni açılan bakkaliye; sermaye birikimi olmayan eskilerin iki üçünü piyasadan sildi.
Bir an bir düşünün, iyi gün de kötü gün de de hep yanımız da olan, bütçesi el vermediği halde bize "yok" diyemeyen, veresiye defterlerini şişirdiğimiz, toplumun denge unsuru "orta direk" denilen bu insanları devlet desteğiyle bir araya getirerek "Satış Kooperatiflerini" kurmayı becerseydik, devâsa şirket olacaklar ve "market" lere de yenik düşmeyeceklerdi.
Kültürümüzde önemli yeri olan, vergileriyle kalkınmamıza karınca kaderince katkı sağlayan bu insanlarımızdan şimdilik derleyebildiğimiz isimler bunlar.
Kâhiroğulları (Yaşar), İnce Memmed (Kale), Çulpaz Durdu (Sevim), Hıdır Körğlu, İrbâm Çavuşlar (Sağlam), Garahösün Mulla, Mustafa Poyraz, Çolak Hösün (Çakar), Fındık'lı Hafız Özdemir, Kalesalyan'lı Bedri Tutucu, Kireç'li Halil İbrahim Polat, H. Nebi Temiz, H. Ramazan Kaya, Boyraz Hüseyin (Poyraz), Abdurrahman Yardım, Yılmaz Yalçın, Mehmetbey'lı İsa Özdemir, Mor Ali Ahmet ve Mehmet (Keçeci), Gödomâr Ali (Dikici), Ali Suzan, Yonuz Omar (Peltek), Yonuz Mustafa (Peltek), H. Ali Göngör, Nuriye Hacı (Kenger), Demirçi Veli (Demirçi), Abdulah Vural, İsmail Öğütoğulları, Düğü Durdu (Sevim), Çulpaz Hâlıd (Sevim), Saraycık'lı Kazım Kuş, Gadı Cuma (Buğdaycı), Çinçe Memmed (Girgel), Hafız Teltik, Ortatepe'li Şemsettin Özdemir, Bozhüyük'lü Ramazan ve Süleyman Kardeşler (Karslı), Hacı bee (Özen), Ortatepe'lı Cor Ali, Kenan Hasan (Koca), Kenan Memmed (Koca), Dağlı Durdu Memmed, Cuma Kocakaya, Orhan Kişi, Karaahmet'li H. Kazım Uysal, Yantepe'li Tahsin Coşkun, Albaz İrbâm (Baz), Hacı Omar Koç, İvez Durdu (Göllüce), Ali Yılankaya, Ahmet Akdeniz, Kürt Aziz, Ramazan Elbistan, Samancı Hasan (Samancı), Gadir Memmed (Elbistan), Şaban Çokaklı, Üşüdük İrbâm, Durdu Çiftçi, Hacı Camuz, Şeref Peltek, Fikret Altok, Necati Coşkun, Ahmet ve Yılmaz Güzel, Musa Çınar, Hayri Uçkaç, Yağmurlu'lu Hamit Polat, Kör Ali Memmet (Özdemir), Cevdet Acer, Hacı Omar Çiçek, Ali Vayvaylı, Nurettin Kaya, Kocakaya Kardeşler ve daha niceleri.
Minnettarız !
Göçenleri rahmet kalanlarımıza sağlık ve afiyetler diler, bu güzel Şehir size.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış, "Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.