Uzun zamandır bu günü beklemişti. Az dirsek çürütmemiş, az tahsil hayatında zorluklara katlanmamıştı. Zor günler geçirmişti ama işte emeğinin karşılığını alacak, kentine hizmet edecekti. Çok hayalleri vardı çok. İşte şimdi icra makamındaydı, ne yapacaksa yapacak, aksayan işleri düzeltecek, eksik gediği yamamayacak, yeniden yapacaktı.
Göreve atandığı için suçlayanlar oldu, bunlara alışmıştı artık. Ne kavgalar yaşanmış, kimler aday olmuş, kimler küsüp, kimler barışmıştı. Sonunda şans yüzüne gülmüştü. Bu saatten sonra şucuydu, bucuydu, şuna yakındı, buna uzaktı demenin âlemi yok. O çalışacak ve herkes görecekti. Hizmet edecekti, hizmet bu, boru değil ya…
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandı. Heyecanlıydı. Banyoya gidip hazırlandı. Güzelce bir tıraş oldu, sinekkaydı mı diye sinek bulsa kaydıracaktı ama şimdi espri yapmanın zamanı değildi. Kokusunu da süründü, kremini de, losyonunu da…
Eşinin akşamdan hazır ettiği gıcırgıcır elbiselerini giyindi. Takımını da gömleğini de bir gün önceden hazır etmiş, önemli göreve önemli elbiseyle gitmek gerektiğini düşünmüştü. Kahvaltı edecek hali yoktu ama işyerinde poğaça yiyecek durumu da yoktu. Kahvaltı hazırdı, eşi masayı donatmıştı. Mutfağa geçip, kahvaltısını etti, eşin dualarıyla ilk gün mesaisine doğru adım attı.
Makam aracı hazırdı, şoför kapıyı açmıştı bile…
Hey gidi günler hey, nereden nereye…
Odasına geçip, kısa süreliğine etrafı kolaçan etti. Eksiği gediği vardı ama şimdi bunla uğraşacak zamanı yoktu, aksayan işler vardı, çözüme kavuşması gereken sorunlar çoktu ve memleket ondan hizmet bekliyordu.
Masasına geçti, koltuğu hafif doğrultarak oturdu. İşte şimdi “makam” dedikleri o ulaşılmaz koltuğa kavuşmuştu. Makamda mevkide gözü yoktu elbet, hizmetti onun derdi.
Çay içmeye, zamanını boşa harcamaya niyeti yoktu, tam zile basıp, bürokratlarını çağırmaya niyetleniyordu. En azından bir rapor alıp, nereden başlanması gerektiği konusunda kafa yorardı. Evetevet bu fikir iyiydi.
Elini zile doğrultu ki, kapı açıldı. Hayret bu zil, sahibini tanıyor olmalıydı.
Gelen sekreter hanımdı. Bir ziyaretçisinin olduğunu söyledi, “hayırlı olsun”a gelmişler. Kimmiş diye sorma gereği bile duymadı. Mesainin başlangıcında bu ne ziyaretiydi. Kabul etmek lazımdı, yoksa daha ilk günden havalara girdi diyeceklerdi.
Gelen kentin ileri gelenlerinden birisiydi. (Zaten o kentin geriden geleni hiç olmamıştı.) Tebessümü yüzünden eksik etmeden kapıda karşıladı, tokalaştı, buyur etti. Çay kahve ikramında bulundu. Sohbet ettiler, neler yapacağını anlattı. Gelenin bunları dinleme gibi bir derdi yoktu tabii. Onun tek derdi “bak ben de geldim” demekti.
Bir süre sonra yolcu etti. Koltuğuna yeniden kurulup, sabahki hayalini gerçekleştirmeye niyetlendi. Birazdan bürokratlarını toplayacaktı. Eli zille buluşmadan yine kapı çalındı, yine sekreter hanım kızımız çıkageldi. Ziyaretçisi vardı, bu defa gelen kanatlı hayvanları koruma derneği başkanıydı. Hani şu horoz dövüştürüp, hayvanları koruduğunu söyleyenler…
Çaresizce buyur etti, çay ve kahve faslıyla birlikte sohbette sürdü. On dakika, yirmi dakika derken iki saat sonra onu da yolcu etti, bu defa zile basmaya niyeti yoktu. Kapıyı açıp, sekreter hanım kıza seslenmeye niyetlendi ki, kapının diğer ucunda bir siyasi partinin başkanı ve yönetim kurulu üyelerinin hazır beklediğini görüp, buyur etti.
***
Artık üç ay olmuş, ziyaretlerin sonu gelmişti. Bu defa işe başlayacak, sorunları tespit edip, çözüm için var gücüyle çalışacaktı. Çok gecikmişti çok.
Sabah işe gelip, odaya gireceği sırada sekreter hanıma söyledi durumu. Bürokratlar toplansın, toplantı odasına geçsinler, ben geliyorum dedi.
İçeriye girip, henüz koltuğa oturmadan sekreter hanım kapıyı açtı, gelen ziyaretçileri vardı. Yahu üç ay sonra “hayırlı olsun” diyen kimdi şimdi. Sinirlenmemek lazımdı ama her şeyin de bir sınırı vardı. Bırakın iş yapalım diye söylendi. Gelen Kartalların Yüksekten Uçmasını Sevenler Derneğinin başkan ve yöneticileriymiş.
Onları uğurladıktan sonra direkt toplantı odasına geçiyordu ki, kentin vekilleri geldi. Beşi bir arada gelmiş, beşi birlik gibi neşe saçmışlardı.
Bürokratlar toplantı odasında bekledi durdu ama yöneticimiz bir türlü o odaya gidemedi. Ve akşama kadar süren ziyaretçi trafiği de eksilmedi…
***
6 ayın sonunda bir Perşembe günüydü. Sabah mesai başladığında sekreter hanım boş yere yöneticisini bekledi durdu. Kapıda biriken ziyaretçiler oflayıp puflamaya başlamış, yöneticimizden ise haber yoktu. Telefon edip sormak geldi sekreter hanımın içinden ama ayıp olurdu belki hastadır, belki uykuda kalmıştır, belki başka bir sorunu vardır.
Ama aramamak da olmazdı, şehrin en yetkilisi birazdan yanında olacak, “hayırlı olsun” dileklerini iletecekti. İletemediler…
Yönetici, özel ulakla gönderdiği istifa mektubunu gördüler biraz sonra…
“Bu kentin neden kalkınmadığını şimdi daha iyi anlıyorum” diye başlayan bir dilekçeydi bu sitem dolu…
“Şahsi talepleri, yasal olmayan sorunları çözme istekleri, eften püften konuların ‘hayırlı olsun’ ziyareti vesilesiyle aktarılmasını, gözdağı verilmesini, ben buyum denilmesini, işine gelirse tafralarını..” hepsini ama hepsini bir bir yazmıştı…
Sekreter hanımın işi bu mektubu ilin yöneticisine bizzat götürmekti. Çantasını hazırladı, kabanını giyindi ve ziyaretçilerin şaşkın bakışları arasında gözlerinden süzülen birkaç damla yaşla birlikte koridordan sekerek çıkıp gitti.
Twitimden seçmeler
Yandık ki ne yandık! Başbakan, zenginlere ek vergi geleceğini söylemiş. Nasılsa zengin vergi vermez, acısını bizden çıkarır. Yandık yani!