ELBİSTAN SEVDİLLİ HÜYÜĞÜ(HÖYÜĞÜ) VE HİTİT ARSLANI

.

Toplumların bugününü anlamak ve geleceklerini doğru biçimlendirmek için geçmişe yönelmeleri vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bilimsel yöntemlerle geçmişe yönelmek, toplumsal ilerlemenin anahtarlarından biridir.

Elbistan Ovası eski çağlardan intikal eden tarihi şehirlerin enkazı ile höyükler ve Tümülüslerle doludur. Höyükler konusuna geçmeden önce, Tümülüslerle höyükleri tanımak lazım. Tümülüs nedir: Bunlar önemli kişilere, özellikle de kral ve prenslere ait mezar yapılardır. Gerek Tümülüs, gerekse höyük dış görünüş olarak birer yapay tepecikten oluşmuştur. Farklılık içyapıdaki kuruluşlardır. Tümülüslerde önce mezar odası düz bir alan üzerine inşa edilir. Daha sonra üzeri kapatılarak dev bir toprak yığınıyla örtülür. Bu yapı tarzıyla hem mezarın yeri bir tepecikle belirlenmiş olur, hem de mezar odası soyguncuların dıştan gelecek tehlikelere karsı korunmuş olur. Örnek olarak, Frigler'in "Midas’ın mezarı" diye anılan Gordion büyük Tümülüs’ü gösterilebilir. Elbistan bölgesi de Tümülüsler(tarihi mezarlar) bakımından oldukça zengindir.

Höyük Nedir? Çok eski bir yerleşme yerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok evreli yerleşim yeri birikimleridir. Genellikle .Savaş, deprem gibi faktörler nedeni ile yıkılmış, bırakılmış, zamanla üstü örtülerek tepe biçimine girmiş eski yerleşme yeri. Bazen birkaç kez tekrar yerleşime sahne olabilen höyükler, çoğunlukla tarıma uygun ovalarda, su kaynakları civarında kurulmuşlardır.1 metre veya 40 metre yükseklikte ve 1000–1500 metre genişlikte olurlar. Tarihi uygarlıkların araştırılmasında önemli referanslardır. Höyükler, günümüze göre en yakın en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterirler

 Orta Anadolu höyüklerinde Neolitik, (M.Ö.yaklaşık 10.000 yıl öncesinden başlayan çağ) Kalkotik (M.Ö. yaklaşık 5000–3000 yılları arasına tarihlenir) ve Tunç Çağı (Anadolu ve Trakya'da yaklaşık M.Ö. 3000–2000 yılları arasına tarihlendirilir) İlk Tunç Çağı, dönemlerine ait yerleşmelerinin üzerinde, Hatti,Hitit, Asur, Frig, Roma, Bizans, Makedonya, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri görülebilir. Hatta modern yerleşmelerin bir kısmı da höyükler üzerinde kuruludur. Anadolu ‘da yaklaşık 20.000 höyük bulunduğu tahmin edilmektedir. Hatta bu höyüklerin bir kısmı günümüzde dahi varlıklarını sürdürmektedir. Gerçektende bizim yöremizde, adı höyük olan yerleşim merkezleri vardır, örneğin Karahöyük v.s gibi sayılabilir.

Anadolu’da bu şekilde tepe halini almış birçok eski köy ve kasaba vardır. Bunlara halk arasında tünsü, tünsek, yöğecik, üyücek, çeçtepe, til, tel, pulur gibi çeşitli adlar verilir. Bu adlar yalnız dış görünüşe bağlı olarak verilmiştir. En doğru ifade tarzı höyük denilmesidir.
Höyüğün büyüklüğü ve şekli, altındaki yerleşim yerlerinin uzun zaman sürüp sürmemesine bağlıdır. Yerleşim yerlerindeki hayat, asırlarca devam ettiyse, höyükler biraz daha büyük ve gösterişli olabilir. Höyükler daha çok verimli topraklarda düzlük ve ovalarda görülür. Anadolu’da yeryüzü şekillerine bağlı olarak İç, Güney ve Kuzeydoğu Anadolu’da topluluk gösterirler. Höyükler genellikle Anadolu’da denizlere yaklaştıkça azalır. Bunu yanı sıra su kenarlarına yakın, verimli topraklarda, savunmaya elverişli yerlerde daha çok rastlanmaktadır.

Elbistan Ovasının tarihi ve iskân tarihi bakımından önemi üzerinde daima durulmuştur. M.Ö. 4000 itibaren iskân edilmiş olduğunu gösteren Höyüklerin (Hüyük) sayısı az değildir. Bu Höyükler herhangi bir yapıdan çok belli başlı sitelerin yıkıntıları üzerinde öbeklendiğini gösterir. Ovanın içinde dağılmış bulunan Höyüklerden büyük bir kısmı bir çay bükündedir. Büklerin üç tarafı su ile çevrili olduğu için toprağı rutubetli ve çayırlı olur. Buraları av hayvanlarına olduğu kadar diğer hayvanlara da önemli yataklardır. Zamanla medeniyetler ilerledikçe bu büklerde birer site (şehir) kuruldu. Başta Hatti ve Hitit(Eti)’ler olmak üzere sonraları da Asurlular, Frigyalılar, Lidyalılar, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Araplar ve daha sonraki dönemlerde Türk devletlerine (Selçuklar, Danişmentliler, Memluklar, Dulkadırlılar ve Osmanlılara) zamanın en parlak medeniyetlerine ev sahipliği yapmışlardır. Onun içindir ki bu Höyükler muhteşem tarihi değerleri bünyelerinde saklamaktadır. Bu ansiklopedik bilgilerden sonra Elbistan Ovası’nın höyüklerini bakalım.

Eski Elbistan Ovasında son araştırmalara göre 21 Höyük tespit edilmiştir. Bu höyüklerin kapladığı alan o zaman ki coğrafya ya göre bugünün şu ilçelerini de kapsamaktadır. Afşin,  Nurhak,  Ekinözü. Bizler dar imkanlar içerisinde ancak bu kadar höyük tespit edebildik. Kültür yağmacılığına rağmen varlıklarını sürdürenleri tespit ettik. Ancak ilerde yapılacak büyük çalışmalarla bu coğrafyada ki höyük sayısının artacağını tahmin etmekteyiz. Bunlardan özellikle Hititler ile Kumagenlerin devrine ait olan Kara- Elbistan (yani eski Elbistan) Höyüğü, İzkaftil (İğde) Höyüğü, Karahöyük (Karahüyük), Aktil Höyüğü, Malap (Bakış) Höyüğü, Sevdilli Höyüğü, Çavlı-Han (Çoğulhan) Höyüğü, Tel-Afşin-Tıl-Afşin (Höyüklü) Höyüğü, Til-i Kebir (Akbayır)Höyüğü, Küçük Til Höyüğü, Yarbus (Afşin) Höyüğü, Hunu (Arıtaş)Höyüğü, Lorşun (Altunelma) Höyüğü, Tantaris (Tanır), Evzaniye (Ozanöyük-Doğan, Tedevin Höyüğü (Arıstıl-Bakraç), Kaşanlı Höyüğü, Kabaağaç Höyüğü, Evcihöyük Höyüğü, Ekinözü Akpınar Höyüğü ve Celeği (Ekinözü) Höyüğü, höyükleri gibi büyük harabeler başta gelmek üzere, birçok küçük höyük ihtiva eden Elbistan Ovasının eski çağda birçok şehir ve kasaba ile süslenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Fakat eski çağda bu bölgenin en meşhur ve en büyük şehri, bugün Afşin adı ile teşkil edilen ilçenin merkezi olan Efsus 'un bulunduğu mevkide enkazı bulunan Arabisus şehri idi. Diğer höyüklerin üzerinde de bir takım köycük ve kasabacıklar bulunmaktadır.

Orta Anadolu höyüklerinde Neolitik, (M.Ö. yaklaşık 10.000 yıl öncesinden başlayan çağ) Kalkotik(M.Ö. yaklaşık 5000–3000 yılları arasına tarihlenir) ve Tunç Çağı (Anadolu ve Trakya'da yaklaşık M.Ö. 3000–2000 yılları arasına tarihlendirilir) İlkTunç Çağı, dönemlerine ait yerleşmelerinin üzerinde, Hatti, Asur, Frig, Roma, Bizans, Makedonya, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri görülebilir. Hatta modern yerleşmelerin bir kısmı da höyükler üzerinde kuruludur. Anadolu‘da yaklaşık 20.000 höyük bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu ansiklopedik bilgilerden sonra Elbistan Ovası’nın höyüklerini bakalım. Ancak bazılarında açıklayıcı dökümanlar bulamadığımız için sadece isimlerini yazmakla yetindik.

Elbistan Ovasının tarihi ve iskân tarihi bakımından önemi üzerinde daima durulmuştur. M.Ö. 4000 itibaren iskân edilmiş olduğunu gösteren Hüyüklerin (Höyük) sayısı az değildir. Bu Höyükler herhangi bir yapıdan çok belli başlı sitelerin yıkıntıları üzerinde öbeklendiğini gösterir. Ovanın içinde dağılmış bulunan höyüklerden büyük bir kısmı bir çay bükündedir. Büklerin üç tarafı su ile çevrili olduğu için toprağı rutubetli ve çayırlı olur. Buraları av hayvanlarına olduğu kadar diğer hayvanlara da önemli yataklardır. Zamanla medeniyetler ilerledikçe bu büklerde birer site(şehir) kuruldu. Başta Hatti ve  Hitit (Eti)’ler olmak üzere Asurlular, Frigyalılar, Lidyalılar, Medler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Araplar ve daha sonraki dönemlerde Türk devletlerine (Selçuklar, Danişmentliler, Memluklar, Dulkadırlılar ve Osmanlılara) zamanın en parlak medeniyetlerine ev sahipliği yapmışlardır. Onun içindir ki bu Hüyükler muhteşem tarihi değerleri bünyelerinde saklamaktadır.

 SEVDİLLİ HÖYÜĞÜ: Elbistan’ın önemli höyüklerinden biri olan ve Sevdilli Mahallesi üst kısmında bulunan Sevdilli Höyüğünü tanıyalım. Bu höyüğün, geçmişi Hititler, hatta son arkeolojik değerlere bakılırsa Hattiler(Anadolu’da Hititlerden önce yaşayan toplum)   dönemine kadar uzanmaktadır ve bu höyükten şimdi Kahramanmaraş Müzesi’nde bulunan Maraş Hitit Arslanı adıyla kayıtlara geçen arslan heykeli burada bulunmuştur. (M.Ö. 900 – 800)  Hititler dönemine ait olduğu bilinmektedir. Höyük İTÇ (İlk Tunç Çağ) dönemine tarihlenmektedir. Burası da kültür talancıları tarafından yağmalanmış olup, ciddi bir şekilde arkeolojik çalışma maalesef yapılmamıştır. Bu höyük de toprağın derinliklerinde sessiz ve soluksuz bekleyen tarihi eserler, yeryüzüne çıkarılmayı beklemekte. Eğer bu süreç hareket ettirilmediği zaman, höyük bir süre sonra tarihin sayfaları arasında içinde barındırdığı o kıymetli bilgilerle birlikte unutulup gidecektir.

Bölgenin ne büyük medeniyet izlerinin taşıdığının en büyük delili burada bulunan Hitit Saray Arslanı heykeli bir cevap niteliğini taşımaktadır. Unutmamalıyız ki tarihi eserler geçmişin sessiz şahitleridir, bu şahitler bizlerin dünle bugün arasında kültür bağlarının güçlenmesini sağlar.

Öncelikle Arslan heykellerinin Hitit kültüründe ki önemine ve etkinliğine bakalım:  Hitit sanatının en göze batan özelliklerinden biri de arslan fiğürüdür. Anadolu’da arslan koruyucu bir varlıktır. Anadolu kültürüne damgasını vuran Hititlerden kalan sanat varlıkları arasında arslanın çok belirgin bir yeri vardır. Arslan başları, arslan kabartmaları ve arslan betimleri “Hitit Arslanı” kavramının doğmasına neden olmuştur. Hitir arslanı, en az Hitit güneşi kadar belirgin bir sanat objesidir. Aslanlı kapı, Hitit sanatının belirgin özelliklerindendir. Boğazköy’deki kent kapılarının üçünde de arslan fiğürleri vardır.

Eski Türklere ait hayvan mücadele sahnelerinde arslan “gök unsuruna” dahildir ve zafer kazanan konumundadır. Arslan, iyi, kötü, aydınlık – karanlık gibi zıtlıklardan olumlu olanı temsil etmektedir.  Dolaysıyla birçok hayvan gibi arslan da iyinin kötüyü yenmesini, kudret ve kuvveti simgeler. Eski Türklerde arslan postu ve yelesi de “yiğitlik” simgesi olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle Türklerde uzun saçla arslan yelesi arasında bir ilişki vardır. (Hititler Anadolu’ya gelen ilk Türk kavimlerinden biridir) Hitit kültüründe de diğer Türk kavimlerinde olduğu gibi bazı hayvanlara kutsal bir anlam yüklediklerini göstermektedir. Arslan bunların en önemlisidir.

Hitit arslan kültürü Anadolu’da sonra ki yıllarda kurulan Türk toplumlarında ve devletlerinde önemli bir simge unsuru oluşturmuştur. Bunlardan bazılarını kısaca anlatmakta yarar görüyorum. Türklerde “geyik” ve “arslan” fiğürünün Hititlerde ki anlamıyla kullanıldığı çok özel bir durum vardır. Türk halk resimlerinde arslan, geyiğin yanında, ondan ayrılmayan bir canlı olarak betimlenmiştir. Çoğu kez arslan ve geyik bir ermişin yanında betimlenmiştir. İkiside bir ermişin çevresinde yan yana gelince barış içinde yaşamanın ne olduğunu, yaşamın tadını tuzunu, ermişin doğaya eğemen oluşunu gösterir. Ermişin öyle kutsal bir gücü vardır ki, doğada yan yana gelmeleri mümkün olmayan arslan ve geyiği bile yan yana getirir, kardeşçe yaşatır. Oysa doğada arslan geyiği bir çırpıda yok eder, parçalar yer. Ancak buna karşılık ermişin yanında onun etkisiyle yırtıcılığı yok olur. Ne arslanda yırtıcılık kalır ne de geyikte can korkusu. Kardeş olup çıkar bütün canlılar birden. Bu tür topluluğu Hititlerden günümüze kalan kaya kabartmalarında da görürüz. Anadolu Türk kültürünün özünü oluşturan, yunus Emre ve Hacı Bektaşi Veli gibi ermişlerin şahsında canlılık bulan barış, dostluk ve insan sevgisi gibi kavramların bu topraklarda bu kadar derin ve yaygın olarak varlığını korumasında Hitit geleneğinin büyük etkisi vardır.

Bu heykelin nasıl bulunup ve Kahramanmaraş Müzesi’ne kadar yolcuğunu görelim: Hitit arslan heykeli, Elbistan’ın Sevdilli köyünde ki höyükte bulunmuştur. Bu heykelin nasıl götürüldüğünü o dönemin canlı şahiti olan Ziraat Teknisyeni Mahir Uğurlu Bey’den öğrendik. Uzun yıllar arazide atıl durumda duran bu heykel dönemin Maraş Müze Müdürü olan Elbistanlı Nihat Eray Bey, in dikkatini çekmiştir ve 1961 yılında bu bölgeye gelerek incelemiş. Daha sonra kendisine yardımcı olarakta o dönemin Ziraat Teknisyeni olan Mahir Uğurlu Bey’i yanına almış. Bundan sonrasını Mahir Uğurlu Bey’in kendisinden dinleyelim ”Birlikte karayollarına giderek bir kamyon temin edip Sevdilli köyüne gittik. O günün şartlarında tozlu yollarda yolculuk oldukça zor geçiyordu. Köye vardığımızda yoğun bir ilgi ile karşılandık. Nihat Bey, köylülere heykeli anlattı ve bunu müzeye götürmek üzere devlet tarafından görevli geldiklerini söyledi.  Bunun üzerine köylüler bir çoşku ile yardım ettiler ve heykeli araziden köyün içine getirdiler. Bu yüzlerce kilo ağırlığında ki arslan heykelini vinç olmadan zor şartlar altında kamyona yüklediler. İlk önce Elbistan’a geldik ve eski hükümet binasının önünde kamyonun üstünde meraklı Elbistanlılar gelip baktılar. Çünkü o dönemlerde çevre köylerde bulunan tarihi eserler buraya getiriliyor ve daha sonra Maraş Müze’sine gönderiliyordu ve benim görevim böylece bitti.”  

Emekli Ziraat Teknisyeni Mahir Uğurlu ve Adnan Güllü

Hitit saray arslanı heykeli Elbistan’dan Maraş’a olan zorlu uzun bir yolculuktan sonra ilk önce Kahramanmaraş’a götürüldü. Çünkü Elbistan’da bir müze veya tarihi değerlerin sergilendiği bir yer olmayışı sebebi nedeniyle Elbistan’da alı konmadı. (Kahramanmaraş Müzesi, 1947 yılında Atatürk Meydanında bulunan ve 16 yüzyıldan kalma Taş Medrese’de Albay H. Nuri Yurdakul öncülüğünde Atatürk, İnönü ve Kahramanmaraş Milli Mücadele Kahramanlarına ait resim ve eşyalar sergilenmek üzere kurulmuştur.)İlk önce Kahramanmaraş Müzesi olarak kullanılan, Atatürk Meydanında bulunan ve 16. yüzyıldan kalma Taş Medrese önünde sergilendi. Daha sonra burada ki müze tarihi eserlerin teşhir edilmesine cevap veremeyince 1961 yılında Kahramanmaraş Kalesi üzerinde bulunan geniş bir binaya taşınmıştır. Böylece Elbistan Aslan’ı da Maraş kalesine götürdüler ve burada Elbistan Arslan’ı yazılı bir levhanın önünde teşhir edildi. Daha sonra Müze 29 Kasım 1975 tarihinde Azerbaycan Bulvarı üzerine inşa edilen kendi binasına taşındı. Elbistan Arslan’ı isim asimilasyonuna uğrayarak Maraş Arslan’ı adı altında sergilenmeye başlandı. Şu an Elbistan Hitit Arslan Heykeli halen Kahramanmaraş Müzesi’nin bahçesinde sergilenmektedir. İsmi de önce Elbistan Hitit Arslanı olarak, daha sonra Maraş Hitit Arslanı olarak kayıtlara geçmiştir. Günümüzde de ismi Maraş Arslanı olarak müzenin bekçiliğini sürdürmektedir.

 

(Yukarıda resmi görülen “Maraş Arslanı” adıyla tanınmış olan ve üzeri çiviyazılı kapı arslanıdır. Bu arslan heykeli, Geç Hiti Devleti kıralı III. Salmanassar'ın çağdaşı Halparunda'nın tanrısına adadığı ünlü Maraş Arslanı bu döneme tarihlenmektedir. Bu eser İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, idi daha sonra Kahramanmaraş Müzesi’ne getirildi.)

Elbistan Arslanı

Sevdilli Höyüğün’den çıkan arslan heykeli (1961 Maraş Kalesi) şu an Kahramanmaraş Müzesi’nin bahçesinde sergilenmektedir.

 Bizimde dileğimiz Elbistan Arslan’ının,  Elbistan şehir merkezinde yerini almasıdır. Bu işin mimarı olan Nihat Eray Bey kimdir? Edindiğimiz sığ bilgilere rağmen onu tanımaya çalışalım. Elbistanlı Cimri Ali’nin oğlu, eski Nüfus Müdürü Samittin Eray’ın ağabeysi olmaktadır, asıl mesleği öğretmenliktir. Pınarbaşı İlkokulu’nda (şimdiki Elbistan Orta Okulu)  müdürlük görevinde bulunmuştur ve daha sonra Maraş’a müze müdürü olarak atanmıştır. Aynı zamanda bir heykeltıraştır, bu yönde çok sayı da çalışması vardır.

Faydalanılan Kaynaklar:

Anadolu Uygarlık Ansiklopedisi (İstanbul 1982)

Türk Arkeoloji Dergisi (Kılıç Kökten, “Anadolu Maraş Vilayetinde

Tarihten Dip Tarihe Gidiş” 1960

Karahöyük Hafriyat Raporu (Prof.Tahsin Özgüç

Asie Mineure (Küçük Asya -Charle Teıxer İstanbul 1923)

Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi (Bilge Umar İzmir 1982)

Elbistan Ovası’nın Geç Hitit Şehir Devletleri Dönemindeki Önemi Üzerine Genel Bir değerlendirme “Türk Arkeoloji ve Etnoğrafya Dergisi 9: 9-18” Ali Çifçi

Anadolu Kültür Tarihi Ekrem Akurgal Tübitak yayınları 67 Hatti uygarlığı

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri