1999’un yaz aylarında idi, Ümmet Baba Camii’nin bahçesinde bu gurup ihtiyar oturmuş sohbet ediyorlardı. Beni görünce çağırdılar, yanlarında şık giyimli modern bir bey vardı. Önce beni o beyle tanıştırdılar. Bu bey Elbistan’ın yerli eşraflarından Ebu Kasımlardan emekli Albay Alaettin Ertuğrul Bey’di. Tanışma sohbetinden sonra başından geçen ilginç bir olay anlattı. Olay hepimizin çok dikkatini çekti can kulağı ile dinledik.
Bu olay 1922- 23 yıllarında Elbistan’da geçmiş. Kendisi 1942’de Ankara’da iken Kuş İsmail denilen bir pilot arkadaşı anlatmış. “Bu arkadaşım yaş olarak benden oldukça büyüktür, anlattığı olay olduğunda ben 10 -11 yaşlarında çocuktum. Evin damında oyun oynuyorduk, birden gökyüzünde kulakları sağır edercesine bir patlama duyuldu, hepimiz korktuk ve yüzün koyu yere yattık. Korku ve şaşkınlıkla yüzümüzü gökyüzüne çevirdiğimizde birde ne görelim… Gökyüzünde kara bir şey arkasından dumanlar çıkararak ve alçalarak evlerimizin üstünden geçiyordu. Elbistan’ın kuzey doğusuna o zaman ki adıyla Kodalı denilen büyük çayır düzlüğüne doğru gitti ve bir süre sonra gözden kayıp oldu. Bizler çok korkmuştuk ne yapacağımızı bilmez bir halde birbirilerimizin yüzlerine bakıyorduk. O şakın durumu kısa sürede atlattıktan sonra, hemen merdivenden düşercesine aşağıya indik. Bir de baktık ki halk guruplar halinde Kodalı çayırına doğru koşuyordu. Bizde farkında olmadan gurupların içine katılıp koşmaya başladık, bu arada da büyüklerimize soruyorduk
Ne oldu ?
Bu sorumuz çoğunlukla cevapsız kalıyordu veya da
Susunuz koşun
Diye söylüyorlardı. Bu durum bizlerde korku merak karışımı bir duygu yaratmıştı, yinede bize cevap verme lütfunda bulunacak bir büyük arıyordu gözlerimiz. Nihayet bir büyüğümüz sorumuza cevap verdi.
Meleyke (Meleke) Kodalıya inmiş.
Çocuk aklımızla merakımız bir kat daha artarak kendi kendimize soruyorduk “Bu Meleykenedir ? Nasıldır ?” düşünceler yumağı içinde kalabalığa karışarak Kodalıya vardık. Oraya vardığımızda çok büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Ortada gümüş renginde bir araç vardı. Ona Meleyke diyorlardı. Çok kimse yaklaşmaya cesaret edemiyordu ve korkuyorlardı. O Meleykeden ara sıra dumanlar yükseliyorlardı, kimi insanlar dua ediyor, kimi dokunmaya cesaret edemiyor, bazıları da korka korka yanına yaklaşıyor ve biz çocuklara da kızıyorlardı. Fakat buna rağmen biz çocuk aklımızla yanına kadar gidiyorduk. Ancak çevremiz de ki büyüklerimizin korkuları bizlerde sirayet etmiş olmalı ki, bizlerde korkudan bildiğimiz bütün duaları korku ve şaşkınlıkla karışık olan ruh halimizle okuyorduk.
Bu karışıklık gün boyu sürdü. Ancak ikinci günü Meleykenin oradan gittiğini duyduk. Bizler şaşkındık kafamızda oluşan soruların hiçbir cevabını alamamıştık. Elbistan çok küçük olduğu için sıradan bir yaşam vardı. Bu olay büyüklerimizi çok etkilemiş olmalı ki, yaz günü olmasına rağmen geceleri ateşler yakılarak büyükler ateşin etrafına oturuyorlardı ve bizlerde onların sohbetlerinde anlattıkları dini ve hamasi hikâyeleri dinliyor ve ürkekliğimizden ve saygımızdan soru dahi soramıyorduk.
Bu olay çocukluk dağarcığımda kaldı gitti. Yıllar sonra 1942’de Ankara’da görevli iken, Kuş İsmail denilen emekli pilot bizim yanımıza gelip giderdi bir sohbetin birinde, “Başından geçen ilginç bir olay olduğunu söyledi.” Bizlerde merak ettik, ısrarımızın üzerine anlatmaya başladı.
“Tayyaremle eğitim uçuşu yapıyordum. Yüksek dağların üzerinden geçerken motor da arıza meydana geldi, dumanlar çıkararak aşağıda geniş bir ova ve küçük bir yerleşim gördüm oraya doğru alçaldım, şehrin üzerinden geçtikten sonra zor bir şekilde yerleşim dışı olan boş geniş bir çayırlığa indim, kendimi dışarı zor attım. Birde baktım ki halk guruplar halinde yanıma geliyordu. Önce kimse yanıma yaklaşmadı, birde ne göreyim halk benden korkuyor, kimi dua ediyor, kimide bana şaşkın ve korku dolu gözlerle bakıyordu. Çünkü bu Anadolu’nun hücra kasabasında ilk defa tayyare gördükleri kesindi, bunun da ne olduğunu da bilmiyorlardı. Epey bir süre bana yaklaşmadılar. Daha sonra şehrin ileri gelenleri yanıma geldi, bende durumumu onlara anlattım. Bunun üzerine yerel yöneticiler yardım ettiler. Fakat halk hala kaygılı idi, çarşaflı kadınlar geliyor ama tayyareye yaklaşmıyorlardı, uzaktan dua edip ve horoz kurban ediyorlardı. Böylece iki gün kaldım. Çok mahrum ve yoksul bir yerdi. Bu durum beni çok duygulandırmıştı, hem yoksul, hem de eğitimsiz olmaları, toplumu ne kadar cahil bıraktığı ortadaydı, bu yerin adı da Elbistan idi.”
Böyle der demez “ben Elbistanlıyım” dedim “o değin olayı ben hatırlıyorum çok korkmuştuk, hayatımızda ilk defa tayyare görmüştük, aylarca bu konu yörede konuşuldu. Zamanla olay söylence şeklinde anlatılmaya başlandı ve efsaneleşti”. Dedim. Kuş İsmail derin derin kahkaha attı ve bana döndü “ O bölge nasıl şimdi “ dedi. Bende ona 1942’nin Elbistan’ını dilim döndüğünce anlattım. İlk fırsatta Elbistan’a geleceğini söyledi ama hiç zaman gelmeye ömrü yetmedi.
Elbistan’a tayyare ikinci kez 1937 yılında indi, bu kez de motorundaki arıza nedeniyle ve Çiçek Köyü’nün civarına inmek zorunda kalmıştı. DöneminElbistan Belediye Başkanı Dr. Hasan Başaran Bey (1934-1939)ve diğer yerel yöneticiler sahiplenerek başta pilot olmak üzere yardım etmişlerdir, hatta pilot belediye başkanını tayyare tamir edildikten sonra, tayyareye alarak şehir turu yaptırmıştır.
Yukarda ki resim ikinci kez Elbistan’a mecburi iniş yapan tayyaredir. Bu resim değerli büyüğümüz Sait Tokuçoğlu’nun arşivinden alınmıştır, kendisine Elbistan adına teşekkür ederiz. Sait Amca’nın ruhu şad, mekanı uçmağ olsun.
Elbistan, mecburi inişler yapılan alan değil, rutin hizmetler veren havaalanına kavuşması.