Dokunuş
Cehennemi söndürecek güçtedir,
Allah için akıtılan gözyaşı.
Zalimleri sindirecek güçtedir,
Mazlumların şol kararlı savaşı!
A.S.D
Rahatlığın insanı rehavete götürdüğü ve atâlete sevk ettiği bir realitedir.
Zaman ve mekân içerisinde insanların hayat standartlarına bakıldığında, bunu müşahede etmek mümkündür. Özellikle de kendilerini, hassas terazide farklı tartmaya alışık Müslümanların, yokluk ve sıkıntılı anlarında nasıl aktif ve atılgan olduklarını; varlık ve bahtiyarlık âlemine bağdaş kurup oturduklarındaysa, nasıl pasif kalarak köreldiklerini açıkça görmekteyiz.
Ne “mücahit”ler vardı, bundan çeyrek asır öncelere dayanan… Alınları açık ve başları dikti. Keskin bakışlıydılar. Nuranî bir tebessüm şavkırdı yüzlerinde. Meteliğe kurşun atarlardı da, maddeye önem vermezlerdi. Küfre karşı kan damlardı kılıçlarından. Zora, zorbalığa eğilmezlerdi.
Biraz bitleri kanlanınca, cihattan yüz çevirip “ricat” ettiler. Kılıçlar kınına sokuldu ve “kalkan”lar duvara asıldı. Savruldular her biri bir köşeye... Kayboldular!
Ne “muttakî”ler vardı bilirim… Helal-haram hususunda kılı kırka bölerek, en ufak şüpheden kaçınırlardı. Bir lokma ekmekle bir hırkaydı dünyalıkları. Görünce imrenirdiniz onlara. Kendi çeyrek varsıllığınızdan, utanırdınız karşılarında. Yediğiniz lokma boğazınızda düğümlenirdi.
Şimdi beş yıldızlı otellerde, baklavalı-börekli yaldızlı sofraların müdâvimidirler. Makama, mevkie, şöhrete ve paraya yatay geçiş yaptıkları günden beri semirmekteler.
Ne “huccac”lar vardı, velespitin sırtında pedal çevirirken, dostça temennâyla selam verirlerdi. Cenab-ı Allah’ın, ihsanını serpiştirip, “al bakalım kulum!” demesiyle mersedesin koltuğuna kurulur kurulmaz; atmosfer basıncı birden değişti! Tuhaflıklar belirdi, bizim “Haccü’l-Haremeyn”lerde. Sünnete mutabık sakallar, kirli sakala; yakasız gömlekler, kolalı ve manşetli gömleklere inkılâp etti!
Şimdi araç telefonlarıyla konuşurlarken, eski tevazu ve tebessümlerinden eser kalmadı! Sizi görseler de, dönüp bakmıyor bile!..
Hani yaygınca söylenen bir benzetiştir: “Tilki asmada ki salkım salkım duran üzüme uzanamayınca, nidem ekşi koruğu!” demiş ya!
Geçmişte kıt imkânlar içerisinde, mücadele veren Müslümanların; bolluk denizine demir atmaları sonucunda pısırıklaşıp körelmeleri, bana bu hikâyeyi hatırlattı.
“Ukde”sinde olup da bir arzuya veya bir nesneye kavuşamadığı zaman ona; “pis ve murdar” , kavuştuğunda ise; “hımmm ne tat, oh ne âlâ ne rahat!” demek, bir gönül erine ve bir dava adamına yakışmaz asla!..
İmkânsızlık halindeyken bir Müslüman; sabrı, tevekkülü, gönül tokluğunu, mücadeleyi, mücahadeyi, ilke ettiği gibi; imkân ele geçtiğinde de aynı ahvâl ve şerâit üzre olmalıdır! Bu dünyanın, bir imtihan salonu olduğunun şuuru içerisinde hareket etmeli, nefsânî ve şeytanî “iğva”ya kapılmamalıdır.
Kıymetini bilirse eğer, İslamî kimliği; bütün her şeye havîdir. İnancı ve ruh güzelliği, kendisine yeter de, artar bile…
Demek ki insan, (İlla da Müslüman) varlık ile yokluk arası dönemeç de belli oluyor. Üç kuruşluk dünyada mal hırsına kapılanlar, ne yazık ki ahireti ve ebedî saadeti çabuk unutuyorlar. Dalâlete dalmaları ve bir daha da kametlerini doğrultamamaları, bu yüzdendir elbette…
Rahatlığın, rehâvete ve atalete sevk ettiği Müslümanlar; ne dersiniz acaba?
Veya nerelerdesiniz?