Yazımıza hukukçu, felsefe ve siyaset bilimcisi; rahmetli Prof. Ali Fuat Başgil hocanın veciz sözüyle başlayalım.
O' der ki;
"Fikirlerden korkmayın. Emin olun ki,
Yeryüzünde zararlı tek fikir eleştiri süzgecinden geçmeyendir."
Sosyologlar, eleştiri yani tenkit kültürümüzün yeterince gelişmemiş olmasını "itaat kültürü" ne bağlamaktadırlar. Oysa bir konu hakkında ne kadar farklı düşünce görüş ve öneri olur da, akıl ve bilim süzgecinden geçirilerek karar alınırsa en iyiye o kadar yakın olmaz mıyız?
-Demokrasisi gelişmiş ülkelerin ekonomilerinin de gelişmiş olması sizce tesadüf müdür?
-Hatta biraz daha açarsak; enflasyonu, faizi en düşük, gelir dağılımı adaletinde ve kişi başı düşen milli gelir de en iyi olmalarının nedeni sizce ne?
-Veya gelişmiş ülkeler neden "çoğulculuk" denen farklı sesleri olmazsa olmaz sayarlar?
-Bu ülkeler, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve üniversitelerle bazı stratejik kurumların özerk olmasını niye ısrarla savunurlar?
-Kreşlerinde bile, oyun grupların da hangi oyunun oynanacağına karar vermeye yeltenen öğretmene "her şeye sen karar veremezsin !" dedirtmesinin sırrı ne ola?
En yalın ifadeyle; olur ki ben hata yaparsam, hatamı düzeltecek kurum, kuruluş ve demokrasi kültürün de yetiştirdiğim minnacık çocuklarım ve hoşgörü anlayışında vatandaşlarım var demek değil midir?
Yüz yıllık demokrasi tarihimize şöyle bir kestirmeden bakın. Ne zaman ki fikirler az da olsa dile getirilmiş, ekonomide de bir toparlanmayı görürsünüz. Ne zaman ki ekonomi badireler için de; "işler iyi gitmiyor" demenin bile muhatap olacağı en hafif karşılığı "şer güç" tür.
İktidarla muhalefet arasında ki üslup ve gerginliğin sebebi; ekonomide yaşadığımız ciddi sıkıntılardan kaynaklanıyor olması mümkündür.
Dünyanın en yüksek faiz veren 7 nci, enflasyon da Dünya 14 üncüsü olmamız, kişi başı milli gelirimizin son 7-8 yılda 12 bin Dolardan % 33 kayıpla 8 binlere düşmesi bu gerginliğe sebep olarak gösterilebilir.
Ancak Hiçbir sebep milli birliğimizi tehlikeye düşüren kutuplaşmayı artıran nitelikte olmamalıdır. Bunun adı; ihanet değilse, gaflettir.
Esas sebep bir araya gelerek sorunları beraberce çözme kültüründe olamayışımızdandır. Kısaca zaten az olan eleştiri kültürümüzün gittikçe kaybolması, tahammülsüzlüğün de bu denli toplumda yükselmesidir.
Eleştiri kültürümüzün gelişmemiş olması. Fikirlerden korkmak, onları öcü görmek veya göstermenin acısını, bir türlü gelişemeyen demokrasimizde, ekonomi, siyaset ve sonunda bunların toplumsal barışa yansımasını örnekleriyle görmek mümkündür.
Mesela, eleştiri kültürünü ısrarla savunması gereken siyasi partilerimiz bile, "Lider Sultası" ndan bir türlü kurtulamıyor.
Parti içi demokrasi olmadığından, parti gidişatını eleştirmenin cezası en hafifinden partiden ihraçtır.
Oysa kültürel kodlarımızda, ötekini kabullenme, hoş görü, karşılıklı fikir alışverişi dediğimiz diyalog vardır.
Aile de, sokak da, yönetim de eleştiri kültürünü artıramadığımız zaman; tahammülsüzlük ve kavgaların dozu da artar. İç barışımız tehlike çanlarını çalmaya başlar.
Geçenlerde particiliği 'kabile' veya aynı 'aşiret ‘in mensubu gibi gören, sözüm ona din kültürü öğretmeninin boyundan büyük silahla milleti tehdit etmesi; bence kültürel boyutumuzla birlikte ruh sağlığımız hakkında da derin derin düşünmemizi gerektiriyor.
Gerçi bu milletin ferasetinin, sağduyusunun bunların üstesinden geleceğine inancım tamdır amma, şu son sözümü de ilaveten söylemek istiyorum.
- Türkiye ne senin, ne onun, ne de ötekinindir. Türkiye hepimizin birlikte yaşayacağı çok daha güzel günler göreceği vatanımızın adıdır. Herkes ayağını denk alsın!