Sanki değişmez bir kural gibi, belli bir yaşa geldikten sonra düne dair özlemlerimiz depreşiyor. İşte böyle zamanlarda dönüp arkamıza bakma gereği duyuyor ve her zaman dünü, hoş anılarla dolu ama ulaşılmaz değerler olarak görüyor, hayıflanıyoruz.
Belki içindeyken, anı yaşadığımız dönemde beğenmediğimiz her şey, bir süre sonra yüzlerde tebessüm oluşturan ve içten içe bir “ah” çektiren hâle dönüşüyor.
Bu nedenle “neredeee..” diye başlayan ramazanlarımız, bayramlarımız, düğünlerimiz, halaylarımız oluyor. “Nerdeee” olan gidenler değil aslında, bizleriz…
Bugünlerde de sıkça “Nerde o eski Ramazanlar” diye hafif bir hayıflanma, özlemle anma var.
Nedense bu özlemlerimiz hep çocukluk günlerine denk geliyor.
İçimizdeki çocuk, bizi alıp o günlere geri götürüyor.
Kayıtsız yaşadığımız zamanları özlüyoruz.
Başımızın okşandığı, tebessümle bakıldığı, avucumuza tutuşturulan üç kuruşla aldıklarımızın hayalini kuruyoruz.
Bir anda her şey değişiyor.
Mekanlar farklılaşıyor, insanlar yer değiştiriyor, gelenekler ortaya çıkıyor, saygı, sevgi ve hoşgörü rüzgarları esiyor.
Çıkarsız bir hayale dalıyoruz.
İnsanların bir birinin ardından kuyu kazmadığı, hırsın bu denli zararlı olmadığı, yalanlarla örülen dünyanın kalmadığı, samimiyetin geçer akçe olduğu, içtenliğin, doğallığın hüküm sürdüğü zamanlara dönüyoruz.
Komşularımız geliyor aklımıza…
Aşklarımız depreşiyor; minicik yüreğimizde iz bırakan simalar belli belirsiz yeniden canlanıyor.
Okul sıralarını düşlüyoruz; dayak yemiş bile olsak özlemle anacağımız hayalleri serpiştiriyoruz.
Çocukluk arkadaşlarımız aklımıza geliyor ve hep öyle hatırlamak istiyoruz.
Sonra yemeklerimizi, tatlılarımızı düşünüyor, iştahımız kabarıyor, annemizin ne kadar maharetli olduğuna karar veriyoruz.
Kardeşlerimiz geliyor aklımıza; henüz her birinin bir tarafa dağılmadığı, bir yastığa baş koyduğumuz, başlı kıçlı yattığımız zamanları özlüyoruz.
Ve bize o andan itibaren yaşadığımız dönem tatsız, tuzsuz gelmeye başlıyor, yavan bir şey olup çıkıyor.
Elimizi uzatıp alamayacağımız her şey ise bizim haz alacağımız şekle dönüşüyor.
Hiç kimse o dönemdeki acılarını, sıkıntılarını, dertlerini veya yaşadığı olumsuzlukları düşlemiyor.
Olsa bile “hey gidi günler” diye tatlı bir anı olarak alıyor.
Aslında dünle bugün arasında değişen çok şey yok.
Değişen biziz, algımız, bakış açımız, düşünce yapımız, kültürümüz ve eğitimimizdir.
Başka faktörler de var elbet ama temel olarak değişen dünya değil, değişen bizzat kendimizdir.
İyi tarafından baktığımızda ise “haz alınacak” zamandır bu zaman.
Dün kurduğumuz hayallerin peşindeyiz, belki onları yaşıyoruz, belki ucundan kıyısından bir yaşama kavuşmuşuz.
Dün biz çocuktuk, bugün çocuklarımız var.
O gün kendiliğinden gelişen her şey, bugün kendi ellerimizle çocuklarımıza sunma şansı var.
Dün, üç kuruş harçlıkla yüzümüzde beliren tebessümün yerini, bugün üç kuruş harçlıkla mutlu ettiğimiz çocuklarımız, torunlarımız var.
Bu açıdan, değişen zaman değil, bizleriz.
Rollerimiz değişti belki, adapte olamadık, zorlanıyoruz, hayat ağır geliyor, yüklendiklerimizin altında eziliyoruz.
Belki biz böyle hayaller kurmamıştık, daha tozpembeydi, daha rahattı, daha çıkarsızdı, dostluklar daha samimiydi.
Ama biz değiştiğimiz gibi, bizle birlikte herkes bir değişime uğradı, herkes büyüdü, bizim yerimize geçenler oldu.
Beklentiler değişti, samimi dostlarımız hırsa kapıldı, harcananlar oldu. Kimini makam aldı götürdü, kimini parayla harcadık.
Kimi yanlışa düştü, kimi doğrudan ayrılmadı.
Savurulduk dört bir yana…
Tanımamaya başladık, canciğer dostlar, iki yabancı gibi oluverdi.
Yeni dostlukları kurduk, yeni arkadaşlar edindik, farklı mekanlarda takıldık, değişik tutkularımız oldu.
Bozulmayacak dediğimiz her şey bozuldu.
Ekmeği de bozdular, yiyeceği de.
Suyu bile bozan bir dünyada, eski sağlamlığı bulmak pek mümkün olmadı.
Oysa o zaman da bozulan vardı ama küçük aklımızın kavrayamadığı şeylerdi.
Dünya bugün bozuk değil, ilk insandan bu yana bozularak geldi.
Habil ve Kabil’le başlayan süreç, dünyayı ikiye böldü.
Ve biz, durduğumuz yerden baktık hayata.
İyiysek, herkes iyiydi, kötüysek herkes kötü.
Eğer bugün durduğunuz yer, dün hayalini kurduğunuz yerse hayıflanmanızın anlamı yok.
Aynı zamanı, aynı zemini, aynı insanları bulamayabilirsiniz ama aynı sizi bulmanız çok zor değil.
Bunu düne dönmeden, bugün yaşayarak yapmak veya özümüzü kaybetmeden, yarınlara daha iyi bakmaktan geçer.
Twitimden seçmeler
Oruçtaki yanma, açlık ve susuzluktan değil, kimin için yandığını bilmekten olsa gerek.