Maraş vilayetine bağlı Zeytun kazası, sonraki adıyla Süleymanlı’da başlayan 1895 Ermeni İsyanı Müslüman katliamının adıdır. Ermenilerce plânlanmış vahşet dolu bu isyanda yüzlerce Maraşlı Türk katledilir. Zeytun İsyanları yağmacılık ve Maraşlı Müslümanları katletmekle başlamış, Haçlı Avrupa’nın desteklediği Hınçak Komitacılarının yönlendirmesiyle siyasî bir harekete dönüşmüştür.
“Osmanlı Son Döneminde Maraş’ta Ermeni Siyasî Faaliyetleri” kitabında yazılanlara göre Zeytun Ermenileri, 1878 Berlin Antlaşmasının ardından parçalanacağını zannettikleri Osmanlı Türk Devleti’nde isyanlar çıkarıp devlet kurmak niyetindelerdi. 1895’de Hınçak Komitasının yönlendirdiği Zeytun’daki Amerikan Protestan Kız ve Erkek Mektebi’nin Zeytunlu Ermenlilerin sözde “milliyetçilik” ve “bağımsızlık” düşüncelerinde hayli tesiri olmuştur. Sonrası malûm; Avrupa’dan ve civar illerden gelen Ermenilerle birlikte Zeytun Ermeni Manastırı’nda toplanırlar. “Şükürler olsun tanrımız! Barut kokusunu koklamak ve tüfeklerimizi Türklere sıkmak için varız” diye sözde dua eder ve slogan atarlar.
Göksun’dan Maraş’a gelmekte olan Feke Nizamiye mülazımlarından (teğmen) Hasan Ağa, eşi ve üç çocuğunu vahşice öldürerek başlarlar Maraşlı katliamına. Sonra bölük bölük dağılarak civar köylere baskın yaparlar. Kemerli, Döngel, Maksudlu, Bertiz’deki birçok köy, Göksun Karadut, Kurtlar, Köşürge, Nedirli, Yenicekale, Musalı, Sarı Mollalı, İsmailli, Andırın Geben ve birçok köyünde Maraşlı Müslümanları katlederler. Birini anlatalım; Çukurhisar köyünde doksan beş çocuk, kırk kadın, yüz elli erkeği hunharca katlederler.
Maraş Mutasarrıflığının askerî kuvvetleri gelene kadar Ermeni isyanı etraf köylere yayılıp Müslüman soykırımına dönüşmesinin hikâyesi uzun ve dokunaklı... Bizim gayemiz bu hâdisenin tafsilatı değil, bu kanlı ve vahşi isyandan geriye kalan kimsesiz bir Ermeni çocuğun hikâyesini anlatmak…
MARAŞ EYTAMHÂNESİNDE MÜSLÜMANCA BÜYÜYEN ERMENİ ŞÜKRÜ
Osmanlı devlet anlayışında azınlıkların yetim ve öksüz kalan ve bağlı olduğu milletten kimsenin sahiplenmediği çocuklar savaş ve âfet hallerinde eytamhânelerde (yetimhâne) devlet nezaretine alınır, büyütülür ve hayata hazırlanır. Bu anlayıştan dolayı 1895 Ermeni İsyanı’nda Ermenilerin ölen çocukları Maraş Mutasarrıflığı bünyesindeki eytamhânede büyütülüp adam edilir. Ermeniler millet-i sâdıka sayıldığından bu imkândan en çok Ermeni çocukları faydalanmış, bâzıları büyüyünce kendi iradeleriyle Müslüman olmuştur.
1895 Zeytun İsyanı’nda hayatını kaybeden Ermeni ailelerin çocuklarından bâzıları Maraş Mutasarrıflığınca şehre getirilerek Eytamhânede büyütüldüğü ve aralarında Müslüman olup Maraşlıların arasına katılanların olduğu anlatılır. Mehmet Yusuf Özbaş’ın “Dâva /1920 Maraşlı-Fransız Harbi” adlı kitabında yer verdiği Maraş millî mücadelesine katılan mücahit Zekeriya Zevkli’nin hâtıralarında Ermeni Şükrü’nün ihânetinden bahsedilir. Hülâsası şöyle:
“Harp başladı (1895 Maraş Zeytun Harbi), bir kısım Ermeni kiliselere ve Amerikan Koleji’ne kaçtı. Bunlardan bâzısı telâşından, bâzısı da kasten küçük çocuklarını yolda ve evde bırakmışlardı. Çeteler bu küçükleri toplayıp getirdi.
Bizde savaş süresince gözetlemeleri için Türk ailelerine verdik. 1311 de (1895), ana babasını kaybeden Şükrü ismindeki bir Ermeni çocuğu Türkler tarafından bakılıp yetiştirilmişti. Bu Şükrü, Fransızlar Maraş’a gelince, onların hizmetine girdi. Harp başlayınca da Abarabaşı Kilisesi’nin çan kulesine yerleştirdiği bir makinalı tüfekle uzak mesafelerde, sokakta dolaşan birçok Müslümanı öldürdü. Bir gün bu Şükrü, Yürükselim (Çavuşlu) mahallesi Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Başkanı ve çete reisi Çuhadar Mustafa’nın küçük oğlu Ali’yi de aynı şekilde öldürdü. O acı ile, Çuhadar Mustafa’nın evinin bitişiğinde olan merkez binasına koştum. Çünkü Dayızâde Hoca her zaman orada bulunuyordu. O anda da Aslan Bey’le idi.
-Hocam, Şükrü bugünde Ali’yi vurdu, bundan önce öldürdükleri hesaba gelmez, biz ise Ermeni’nin çocuklarını toplayıp koruyoruz. Yarın bunların her biri Şükrü olur, çocuklarımızı öldürürler. Bize fetva ver bu çocukları öldürelim, yâni yılanı küçükken ezelim dedim… Benim ağlamam ve anlattıklarıma bakan hoca da ağlamaya başladı.
-Haklı oluşumuz ve acılarımız bize Allah’ın emirlerini unutturmasın. Çocuklara, kadınlara, ihtiyarlara, bize teslim olanlara dokunmamız yasaklanmıştır… dedi.” (a.g.e., s.267-268)
Ermeni Şükrü’nün Maraşlılara ihâneti şeklinde hikâye ettiğimiz hâdise bu bilgiden ve şifahî nakillerden çıkarttığımız yorumdan ibarettir.
MÜSLÜMAN ERMENİ ŞÜKRÜ’YÜ KOMİTACILAR KANDIRIYOR
Maraşlı Eytamhâne idarecilerinin Şükrü adını verdikleri Ermeni çocuğu 1895 Zeytun İsyanı’nda ölen Ermeni ailelerden birinin çocuğudur. Uyruğundan kimse sahip çıkmadığı için Maraş Eytamhânesi’nde ve sonra Maraşlılar arasında Müslüman olarak büyütülür ve “Şükrü” adını alır. 1919’da Maraş Fransızlar tarafından işgal edildiğinde yirmili yaşlardadır Ermeni Şükrü. Fransızlardan güç alarak şımaran Şehr-i Maraş’taki Ermenilerin “Sen Ermenisin, Ermeni bağımsızlığı için savaşa katılmasın…” şeklindeki ifsad ve kışkırtmasıyla aklı karışır ve Fransız cephesine dâhil olur.
Çöküş ve mağlubiyet dönemi olarak hayatımıza giren Tanzimat Fermanı ile Anadolu’daki birçok şehirde azınlıklara hizmet eden hıristiyan okul ve kiliselerin Şehr-i Maraş’ta da açıldığı malûm. Amerika ve Almanya Protestan, Fransa Katolik, Rusya ise Ortodoks kiliseleri kurarak Maraş’ta Ermenileri kendi saflarına çekmeye çalışıyorlardı. 1895 yılında Katolik Fransisken Rahipleri Maraş Kalesi’nin doğusunda Kanlı Köprü’nün kuzeyinde resmî adı Aziz Antuan Kilisesi olan, Maraşlıların Abarabaşı Kilisesi dediği çok amaçlı kilise inşa ederler. Kilisenin görevlileri cübbelerinin beline uçları düğümlü kalın beyaz kendir doladıkları için Maraşlılar “Belikendirliler Kilisesi” de derlerdi.
1920 Maraş millî mücadelesinde Fransızlar ve yardakçıları Ermenilerin üs olarak kullandığı mühim mevkilerden biridir Abarabaşı Kilisesi. Fransız ve Ermeni askerleri ve lejyoner (paralı asker) Cezayirli keskin nişancıların da bulunduğu düşman cephesine bu hain kilise ev sahipliği yapmıştır. Yeri gelmişken anlatalım; Maraş savunmasını anlatan kitaplardan öğrendiğimize göre Şıh Câmii minaresine saplanmış patlamayan top mermisi bu hain Abarabaşı Kilisesi’nden atılmıştı.
ŞÜKRÜ, ABARABAŞI KİLİSESİ’NDEN MİTRALYÖZLE MARAŞLILARA ATEŞ EDİYOR
Sadede geleyim; Bu hain kilisenin çan kulesine keskin nişancılar yerleştirilir. Bu nişancılar içinde Maraşlı Müslümanların, yâni Maraşlı Türklerin yetimhânede büyütüp Müslümanca adam ettiği ve adını Şükrü koydukları Zeytin Ermenisi genç de var. Şükrü kendisine emek veren Maraşlılara nankörlük ve namertlik ederek ihânet safına geçer. Abarabaşı Kilisesi’nin çan kulesindeki mitralyözün başına Ermeni Şükrü oturtturulur. Gerisini her Maraşlı bilir. Maraş mücadelesinin en ateşli günlerinde Ermeni Şükrü’nün hain elleri mitralyözle taradığı Şıh Turan Mahallesi, Maraş Kalesi ve Acemli mahallesindeki birçok Maraşlının kanına bulaşmıştır.
Maraşlı mücahitler kurşunların Şükrü’den geldiğini duydukça ah çekerler. Şükrü’nün kurşunun yiyen genç bir mücahit, Pınarbaşı’nda Ermeni Şükrü’nün “Maraş senin yazın var / çekilmez poyrazın var” türküsünü söylediğini hatırladı. Nasıl da güzel söylerdi, dedi. Güle oynaya gittikleri Pınarbaşı’nda topladıkları cevizlerin çoğunu Şükrü’ye verdiği günler gözünün önüne geldi. Ermeni Agop Hırlakyan’ın Kümbet’teki bahçesinden erik çalıp yemişlerdi birlikte. Çok zengin olan Hırlakyan’ın İngiliz ve Fransız geleneğinin hâkim olduğu konforlu hayat tarzından nefret ederdi Şükrü.
Sadâkatini yitirmek, yediği ekmeğe ihânet etmek böyle bir şey olsa gerek. Kendini büyüten Maraşlılara kurşun sıkarken ne düşündü acaba? Anasını, babasını bilmeyen bir sabî iken, Müslüman millet terbiyesiyle adam edilen, Maraşlı Türk kimliğiyle edelere karışan, her gün Uzunoluk’tan aşağı Maraşlı edeleriyle Bedesten’e giden, Saraçhâne’de bir saraç ustasının yanında çalışan Ermeni Şükrü’nün akıbeti hakkında bilgi yok. Öldü mü veya Türkoğlu ve Gâziantep yolundan kaçan Ermeni kafilesiyle gitti mi?
Kaçtıysa eğer arkasına dönüp, yamaçlarında barut kokusu dumanlar tüten Maraş Kalesi’ne ve kar beyaz hüzünle donanmış Ahırdağı’na bakıp duygulanmış mıdır? Yoksa Maraşlılara ihânetinin bedelini vicdan azabı çekerek ömrünü akıl hastanelerinde mi geçirmiştir?