Allah gani gani rahmet eylesin, Sülemen Dayı (Sülayman Erzurum) sevmiyeni olmayan nadir insanlardan biriydi. Kayabaşı Mahallemiz de, aslen Erzurum'dan gelerek Göksun'a yerleşen "Erzurumlar" olarak bilinen kabilenin büyüğü rahmetli Erzurum Abdullâ'nın beş erkek evladının dördüncüsüydü O.
Ortadan biraz uzun boyu, zayıf ama kemikli ve canlı vucut yapısıyla, gara gaşı, gara gözü, bir biriyle uyumlu burnu ve çehresi, burma bıyıklarıyla gerçekten yakışıklı bir adamdı rahmetli.
Kendisiyle barışık ruh halini çevresine de yansıtırdı. Hayatın bin bir cilvelerine rağmen, O'nu karamsar bir halde gören olmamıştır herhalde. Dünya'ya pek değer vermeyen, önemsemeyen, kimsenin malında gözü kulağı olmayan, kendi halinde garip, ancak bir o kadar da tok bir adamdı Sülemen Dayı.
Memmed Abi (Musduk Memmed) ile Erzurumlar arasın da başlayan evine giden kayalıklı o dik yokuşu, kafasını kaldırmadan hep aynı ritimde bir çırpı da çıkan-inen hayat dolu bir adamdı O.
Meydan da sesine ve görüntüsüne hep aşinâ olduğumuz, "kimsenin tavuğuna kiş demeyen" kimseyle alıp vermediği olmayan " ğâşıyın altında da gözün var" demeyen bu güzel adam, Göksun'da gerçekten sevilirdi. İşin kıt olduğu sezon da, Hükümet Konağı kuzey duvarının üzerin de, bazen de aşağıda duvara yaslanıp çömelerek oturur, görkemli burma bıyığını büker dururdu...
Müşteri potansiyelinin iyi olduğu sezon da, metrelerce uzaktan O'nun "bi-nin !" diye anca O'na yakışan sesini duyunca, arkasından hemen "binin gâ-vur dölleri bi-nin ! "nin hemen geleceğini tahmin etmek hiç zor olmazdı. "bi-nin" dedikten sonra, bir kaç saniye duraklayıp nefes mi topluyordun ki, ardından hemen "binin gâ-vur dölleri bi-nin" i, sana has muhteşem güzelliğiyle birden söylüyordun Sülemen Dayı ?
Herkes gibi, ben de çoğu yerler de çok simsarlar gördüm elbet. Ama simsarlığı senin gibi güzel yapan, güzelleştiren, hâfızalarımız da yer ettiren birini görmedim be Sülemen Dayı. Ne bileyim seni o toplumun çok sevdiğinden midir, yoksa gerçekten bu işi güzel yaptığından mıdır kararsızım amma, sen hiç unutulmadın, hâfızalarımıza kazındın be Dayı...
"Al-bostan-Av-şıın !" derken, nasıl da vurgulardın o kelimeleri nasıl ? Âha o güzelliği şimdi yazıya dökemiyorum iyi mi Dayı ?. Yâ "Ma-raşş var !" deyişin ? Sabah er vakitten, ikindin sonlarına kadar evde, sokak da bize hep hoş gelen o güzelim seslerin, renk olurdu, bir çeşniydi tüm Göksun'umuza.
Yâ Dayı ?, "bi-nin, binin gâ-vur dölleri bi-nin !" derken, vasıtanın kalkmaya hazır olduğunu mu söylemek isterdin ? yoksa, seni çok sevdiklerinden emin olduğun Göksun'luya; "buradayım, ben de sizi sevdim" anlamın da bir selamlaşma mıydı bu ? yoksa her ikisi miydi ?
İlâhi Dayı, ağanın, paşanın yoldan geçtiğini gördüğün de bile, çekinmeden; "bi-nin, binin gâ-vur dölleri bi-nin" derken, yoksa "hepiiz bu âlemde yolcusûz, gedicisiiz nasıl olsa biniciiiz tahta da olsa bir binege, bi-nin" mi demek isterdin ? ya da, "heç biriiz ûmurum da dêelsiiz, boşuna gûbârmayın mı " demek istiyordun anlamazdık ki ?
Ama şuna da bir kaç kez şahit olmuştum Dayı, yol boyu acelesi veya dalğınlığından seni görmeden giden dostunun dikkatini "ben burdayım" diye çekmek için "bi-nin !" dediğin de, sana hemen dönüp bakınca; kaş ve gözlerin, elinle "hayırdır bi şey mi var ?" diye işaretin, ya onu yanına getirir yada "meraklanma" diye yoluna devam ettirirdi. Demek ki bu "bi-nin !" sözün, bazen hâl hatır sorma niyeti de taşırdı değil mi, benim Dayı'm ?
Sizler bir bir gittikçe, Meydan o kadar sessiz, renksiz ve cansız kaldı ki...
Meğer ne kadar haklıymışın, dünya malını "çok da tınmamak" la sen Dayı. Nice ağalar, beyler, paşalar geldi geçti de bu fâni âlemden, "hani sırtın da kim ne götürdü ?" diye sormadan edemiyor insan. Aslolan gidenlerin bıraktığı hoş bir sedâymış be Dayı, hoş bir sedâ...
Mekanın cennet olsun güzel adam !
Seni, ecdadını, sevdiklerinden ve ailenden göçenleri rahmet, kalanlarınızı sağlık ve afiyetle anıyoruz.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.