M. Armağan’ın “Türkçe Ezan, Minaredeki Yabancı” kitabında anlatılan ezanın gördüğü zulümler yüreğimizi kanatıyor. 1950’de Adnan Menderes, Başbakan olur olmaz ilk iş olarak ezanı aslî diline çevirmek için kollarını sıvar. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise “İlk iş olarak ezanı Arapça’ya çevirirsek CHP’nin eline bir koz vermiş oluruz. Acele etme, sonraya kalsın” şeklinde itiraz eder. Bayar, DP milletvekillerine de, “Yahu arkadaşlar, kararımızla Atatürk'ün ruhu azap duymaz mı?” diyerek tereddüdünü ortaya koyar. Menderes birkaç gün küsüp ortalıktan kaybolur. Bayar’ın onu Mersin’de buldurarak “Tamam, gel halledelim şu işi” diye çağırır.
Ezanın aslına çevrilmesi hususunda Adnan Menderes şu açıklamayı yapar: “Umumî âdaba ve âmme nizamına hiçbir aykırılık göstermeyen ezan meselesinde memnu'iyetin devamı lâiklik prensibini menfi cihetten zedelemek mânasını tazammun eder. Tekrar edelim ki, irticaa, taassuba, geriliğe karşı mücadeleyi ancak prensiplere sıkı sıkıya bağlı kalmakla mümkün görüyoruz... Hükümet olarak ezan meselesi hakkında görüşümüz bundan ibarettir.”
Kanun teklifine CHP’liler karşı çıkar: “Sabık iktidarın lâikliği din aleyhinde tefsir etmesi suretiyle ve bu cümleden olarak iman ve amelden mürekkep Müslümanlık dininin amele taallûk eden ezan ve kametin Türkçe okutulmasını mecbur tutması lâiklik prensibini ihlâl ve Anayasanın verdiği vicdan hürriyetine tecavüzdür.”
İsmet İnönü de aleyhte tavır alır. “Atatürk İnkılâbını zedeleyeceğini” ifade eder. CHP'nin yayın organı olan Ulus Gazetesi’nde ezanın aslına çevrilmesinin inkılâplara karşı yapıldığı haberleri yazılmaya başlar. Maksatlı ve yanlış haberler verilir: “Gençler ve münevverler, Atatürk'ün inkılap yapısında bir gedik mevzubahis olduğunu belirterek teessürlerini ifade etmekte ve birçokları da işin bu kadarla kalıp kalmayacağını sormaktadır.”
Devrin CHP'nin meclis grubunda Yusuf Ziya Ortaç, Cevdet Kerim İncedayı, Hasan Reşit Tankut gibi bazı milletvekilleri Arapça ezan aleyhinde konuşurlar. “Bu değişikliğin inkılaba ihanet olduğunu, irticaın avdeti için bunun ilk adım teşkil edeceğini, binaenaleyh, Halk Partisinin mutlak suretle bunun aleyhinde bulunması icap ettiğini” söylerler. Ardından “Bu memlekette millî devlet ve milli şuur politikası Cumhuriyetle kurulmuş ve CHP bu politikayı takip etmiştir. Ezan meselesi daima bir dil meselesi, bir millî şuur meselesi olarak telakki edilmiştir. Devlet politikası mümkün olan her yerde Türkçe konuşulmasını emreder. Türk vatanında ibadete çağırmanın da öz dilimizde olmasını bu bakımından daima tercih ettiklerini” ifade ederler.
CHP Trabzon Milletvekili Cemal Reşit Eyüboğlu, “Ezanın bir dil meselesi olarak telakki ettiklerini, milli devlet politikasının mümkün olan her yerde Türkçenin kullanılması gerektiğini” söyleyerek bu konuda “münakaşa açmaya taraftar olmadıklarını” ifade eder. Seyhan Milletvekili Sinan Tekelioğlu ise, “Ezanın bir dil meselesi olmadığını, İslâm dini ve Müslüman dili kaidelerine göre olması gerektiğini” söyler.
CHP içinde az sayıda milletvekili, “Seçimi Türkçe ezan uygulamasından dolayı kaybettik” görüşündeydi. Devrin CHP Grup Başkanvekili olan Faik Barutçu şöyle anlatıyor : “İnönü'nün telkinleri para etmemişti. (…) Bunun bir millî dil ve bilinç meselesi olduğunu, millî devlet politikasının mümkün olan her yerde Türkçe konuşmayı emrettiğini, bu yüzden Türkçe namaza davet yapılmasını tercih ettiğimizi kabul ettirinceye kadar akla karayı seçtik.”
18 yıl süren bu düşmanca uygulama Demokrat Parti'nin teklifiyle son bulur. Bu kutlu günün 1950 Ramazan ayı’na denk gelmesi milleti sevince boğar. Kanunun yürürlüğe girmesiyle Kur’anî ezan okuma suçundan mahkûm olanların cezaları, Mareşal Fevzi Çakmak'ın cenazesinde Kur’anî ezan okuyup tekbir getirenlerin takibatları kaldırılır. Bundan dolayı Anadolu’da mütedeyyin kitle Menderes’e “Ezan şehidi” demiştir.
“EZANIN KURTULUŞU BAYRAM OLARAK KUTLANSA”
“Ezanın din dili ile okunması” serbestliğinin radyo ve gazetelerden verildiği gün müezzinler iki kişi hâlinde ezan okumaya başlarlar. Türkiye’nin her yerinde millet ve hocalar birlikte dua ederek kurbanlar keser ve ağlayarak birbirleriyle kucaklaşırlar. Köylerde ve kasabalarda ezan vakti kadınlı erkekli gruplar câmileri doldururlar ve Kur’ânî ezanı ağlayarak dinlerler.
Mustafa Armağan’ın, 16 Haziran 1950 tarihini “Ezanın Kurtuluşu bayram olarak kutlansa sezadır” demesi bundandır. Onun, “Türkçe Ezan ve Menderes" kitabında ezanın zulümden kurtuluşu üzerine anlatılanları unutmamak gerek:
Trabzon'dan Kutuz Hoca'yı dinleyelim: “Yeni karardan haberim olmadığı için ezanı Türkçe okumaya başladım. Caminin önünde oturan cemaatten haberi duyanlar vardı; bana bağırmaya başladılar. İlk anda ne olduğunu anlayamadım, anlayınca da şaka zannettim. Ciddi olduğuna kanaat getirince Arapça okumaya başladım. Minaredeyim; bir de ne göreyim, kadın erkek herkes camiye doğru koşarak gelmeye başladı, uzak evlerde ise insanlar avluya çıktılar. Bir bayram havası, bir basü bade'l-mevt (yeniden diriliş)yaşandı o gün.”
Ezan zulmünü yaşayanlardan Mehmet Kırkıncı hocanın anlattıkları da yüreğimizin üstünden geçiyor: “İkindi vaktinden itibaren ezanın aslıyla okunacağını haber alan Erzurum halkı, sokaklara döküldü. Caddelerde ve sokaklarda adeta bir bayram havası yaşanıyordu. Kadınlar ehram ve çarşaflarıyla toprak evlerin üstüne çıkmış, ezanın okunmasını bekliyorlardı. Kurban Bayramı'nda her köşede bir hayvan kesildiği gibi, o gün de insanların ekserisi Tebriz Kapı mevkiinden Lala Paşa Camii'ne kadar dizilmiş, kurban edeceği hayvanları dışarı çıkarmış, ezanın okunmasını bekliyorlardı. Kiminin elinde bir koyun, kiminin elinde bir koç, bazılarının yanında tosun ve bir kısım insanların yanlarında da deve olduğu halde büyük bir iştiyak ve hasretle ezanın okunmasını bekliyorlardı. Minarelerden Ezan-ı Muhammedî okunmaya başlayınca herkes sonsuz bir sürur içerisinde bıçağını kurbanının boğazına çalmıştı. İnsanlar tekbirlerle kurbanlarını kesiyor, kadınlar ve yaşlı insanlar da gözyaşı döküyorlardı. Bütün bunlar sevinç ve şükür gözyaşları idi. Zira tam 18 yıl devam eden bir zulüm bitmiş ve o büyük hasret sona ermişti.”