İstanbul Fener Rum Patriği, ekümenik iddiasında bulunarak, siyasi olarak Hıristiyan aleminde üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışmaktadır. Öncelikle ekümenlik kavramını inceleyelim:
-Ekümenik Ortadoks, Protestan ve Katolik kiliselerin tek bir kilise haline gelmesidir.Çağdaş Yunanca’da evrensel anlamına gelmektedir.Fener Rum Patrikhanesi'nin muhtar ve eşit Ortodoks kiliseleri arasında onursal önceliğidir.
Bu hususta çalışmalar yapılmış, ancak geçmişte Ortodoks kiliseleri birbirlerinin üzerinde değil, yan yana ve ayrı ayrı örgütlenmişlerdi. Bu yüzden aralarında bir hiyerarşi yoktur. Fener Rum Patriğinin Atina Başpiskoposu veya Moskova Ortodoks Patriği üzerinde bir yetkisi yoktur.
Örneğin Amerika'daki Rum ve Rus Ortodoksların örgütlenmesinde İstanbul ve Moskova Patrikhaneleri aynı görüşte değildirler. Fransa'da benzer bir sorun vardır. Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ekümenikliğine Atina Başpiskoposu, Türkiye Cumhuriyeti'nden daha fazla karşı çıkmaktadır.
EKÜMENİKLİĞİN OLUŞUMU:
M.S. 313 yılından önceki baskılar neticesinde Roma İmparatorluğu’nun dört bir yanına yayılan Hristiyanlık her bölgede farklı farklı yorumlanmış, her cemaat farklı farklı İncillere sahip olmuştur. Sayıları 400’ün üzerinde olan bu İnciller, bir manada 400 civarında farklı teolojik düşüncelere sahip Hristiyan cemaatlerinin ve kiliselerin varlığına işaret etmekteydi.Hristiyanlığın yayıldığı alanın genişlemesiyle öğretide birliği korumak ve idari bölgeleri tayin etmek amacıyla yedi “Ekümenik Konsil”toplanmıştır. Ortodoks Kilisesi ilk yedi Konsili kabul etmiştir.
Bu Konsiller şunlardır: 1.Konsil 325, İznik, 2.Konsil 381, İstanbul, 3.Konsil 431, Efes. 4.Konsil 451, Kadıköy, 5.Konsil 553, İstanbul, 6.Konsil 680–81, İstanbul, 7.Konsil 787, İznik.
İznik Konsili’nin 6. Maddesi gereğince kabul edilen ekümenik Patrikhaneler; Antakya, Roma ve İskenderiye Patrikhaneleridir. Konstantinopolis Kilisesi Ereğli Metropolitliğine bağlı bir Piskoposluk olarak kalmıştır. Bu üç kilise dışında hiçbir kilise ekümenik sıfatına sahip değildir.
M.S. 450 Yılında Bizans tahtına Marcian geçmiştir. Yeni imparator, üç ekümenik Kilise ile İstanbul Kilisesi arasındaki liderlik çekişmesinden, ülkenin çok büyük zararlara uğradığını ve İskenderiye Patrikhanesi’nin devlete hâkim olmasının İmparatorun siyasal etkinliğini zedelediğini görmüştür. Bu nedenle, Başkent Kilisesi’ni güçlendirerek ipleri eline geçirmek için M.S. 451 yılında Kadıköy’de bir ekümenik Konsil toplamıştır (Kadıköy (Halidona) Konsili). İmparator, Konsilde istediği neticeyi elde etmek için Konsile bizzat başkanlık etmiş ve Konsil üzerinde tam bir baskı kurarak Efes Konsili kararlarını iptal ettirmiştir. İmparator, üç ekümenik Patrikhanenin statüsünü sarsmak için, Kudüs’ü de Patriklik statüsüne çıkarmıştır. İstanbul Kilisesi’ni güçlendirmek ve İstanbul “Yeni Roma” olduğu için eski Roma’nın imtiyazlarını vermek için tarihte meşhur 28. madde olarak bilinen kanun taslağını Konsile sunmuştur. İmparator’un da bulunduğu bir ortamda Konsile sunulan taslak, Konsil üyelerine zorla kabul ettirilmiştir. Böylece, Başkent Patriği metinde açıkça belirtilmese de, zımnen ekümenik sıfatını almıştır. Konsile katılan Antakya ve İskenderiye Patrikleri İmparator’un protokol zaruretiyle bu makul isteğini baskı altında imzalamak zorunda kalmışlarsa da, kendi kiliseleri bu kararı reddetmiş ve Patriklerini “ihanetle” suçlamışlardır. Kendi kiliselerinin baskısıyla bilahare karara karşı çıktıklarını beyan eden Ekümenik Antakya ve İskenderiye Patrikleri görevlerinden alınarak sürgüne gönderilmiştir. Bu kararı kabul etmediklerinin en büyük delili ise, I. ve II. Efes Konsillerinde İstanbul Patrikhanesi’ni aforoz ederek kiliseden atmalarıdır. Roma delegeleri ilk ekümenik Konsil olan, I. İznik Konsili’nin 6. Maddesini çiğnemek anlamına gelen (kutsal kilise kanunlarına aykırılık), tüm tehditlere rağmen bu siyasi kararı onaylamayarak başkenti terk etmişlerdir.
Sonuçta Asya, Pontus ve Trakya bölgeleri İstanbul’un dinî otoritesi altına girmiştir. Ayrıca, “barbar” diyarlarda piskoposluklar kurma hakkını da elde etmiştir. Bunun anlamı, Patrikhanenin İmparatorluk sınırları dışında da (bağımsız kiliselerin yetki alanına girmemek kaydıyla) yetki alanlarına sahip olmuştur.
Bugün aradan 16 asır geçmesine rağmen, Roma Kilisesi hâlâ, 381 yılında toplanan Mahallî Konsil ve 451 yılında toplanan Kadıköy Konsili’nin kararlarını günümüzde de kabul etmemektedir. Papa Leo, İmparator Marcian’a 22 Mayıs 452 tarihli bir mektup göndererek; “Konsil’de kabul edilen 28. maddenin başta İznik Konsili’nin 6. maddesi ve Konstantinapolis Konsili’nin 3. maddesi ile ters düştüğünü; binaenaleyh atalarının kanunlarının, Ruhü’l Kudüs’ün statüsünün ve eski zaman geleneklerinin çiğnendiğini ve Kitab-ı Mukaddes ile ters düşüldüğünü, bu maddeyi kesinlikle kabul etmeyeceğini” bildirmiştir.
Tarihimizde, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed Patrikhaneyi yok etmek yerine onu diri tutmayı ve bu sayede yayılma alanı olarak gördüğü Avrupa topraklarında Hristiyanlığın bölünmüşlüğünden faydalanmayı hedeflemiştir.
Bu hoşgörüden dolayı Fener Rum Patrikhanesinin ekümenik statüsü, dini ve ilahi gerekçelerden değil tamamen Bizans’ın siyasi emellerinden kaynaklanmıştır.
Diğer taraftan ekümenik kavramını 1517 yılında Yavuz Selim'in, Mısır'ı fethettiğinde, İskenderiye ve Antakya Patrikhanelerini de, İstanbul'daki Patrikhane'ye bağlaması ve patriği de 'Ekümenik' yani 'Cihan patriği' ilan ettiği iddiasıyla ortaya çıktığı savunulmaktadır. Ekümeniklik kavramı Fener Rum Patriği Bartholomeos'un dış ilişkilerinde "Yeni Roma'nın ve İstanbul'un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği" unvanını kullanmasıyla Lozan Antlaşmasıyla hukuki ve siyasi konumu kaldırılan bu unvanı tanımayan Türkiye Cumhuriyetiyle sürtüşmelere yol açmaktadır.
Lozan anlaşması görüşmelerinde, başta İngiliz heyeti başkanı Lord Curzon ve diğer Batılı ülkelerin ısrarı nedeniyle ülkeden çıkarılamayan patrikhane, kesinlikle siyasetle uğraşmaması ve sadece Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları olan Rum ahalinin dini işleriyle ilgilenmesi kaydıyla ülkemizde kalmıştır.
Ancak bu kayıt sadece tutanaklarda kalmış ve antlaşma metnine girmemiştir. Dolayısıyla Lozan Barış Anlaşması’nda Patrikhanenin statüsünü açık bir şekilde belirten ve bu konuyu doğrudan ilgilendiren herhangi bir madde mevcut değildir.
Lozan Konferansının ilk dönem görüşmelerinin yapıldığı sırada 25 Aralık 1922’de Atatürk, Le Journal Gazetesi muhabiri Paul Herriot’ya Çankaya’da verdiği demeçte bu kurumdan bahsederken; “Bir fesat ve ihanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hristiyan vatandaşlarımızın huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felâket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındırmayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi vesile ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?...” ifadesinde bulunmuş ve Patrikhane’nin yurt dışına çıkarılmasını istemiştir.
Ancak İngiliz Heyeti Başkanı Lord Curzon başta olmak üzere, Venizelos ve diğer Batılı ülkelerin temsilcilerinin ve ABD’nin baskısıyla Batılı ülkelerin “Patrikhane artık kesinlikle siyasetle uğraşmayacak, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşları olan Rum ahalinin dinî (nikâh, boşanma, vaftiz vb.) vecibelerini yerine getirecek bir kurum olarak kalacaktır” garantisiyle topraklarımızda kalması kabul edilmiştir.
Bugün Patrikhane ile ilgili olarak, Lozan’ın azınlık haklarına ilişkin genel hükümlerinin dışındaki tek yasal düzenleme, İstanbul Valiliği’nin 1923 yılında patrik seçimlerini denetlemek üzere dini meclise göndermiş olduğu 1092 sayılı Valilik Genelgesidir. Bu genelgeye göre patrik seçilecek adayların Türkiye vatandaşı olmaları ve seçim sırasında Türkiye sınırları içerisinde görev yapmaları bir zorunluluktur.
Patrik bu zorunlu şartları taşıyan ve İstanbul Valiliği makamınca onaylanan isimler arasından seçilir. Seçilecek patriğin Eyüp kaymakamlığına bağlı bir dini görevli olmak dışında herhangi bir statüsü yoktur.
Dolayısıyla Türkiye için Patrikhane sadece Türkiye’nin gayrimüslim vatandaşlarının bir ibadethanesi, Patrik ise bu ibadethanenin başıdır. Ancak hiçbir dönemde bu statüyü kabule yanaşmayan Patrikhane, bugün de İstanbul’da yaşayan az sayıdaki gayrimüslimin ibadethanelerinden biri gibi değil, dünya üzerindeki tüm Ortodoksların lideri gibi hareket etmektedir
Patrik gerek internet sitesinde gerekse uluslararası faaliyetlerinde Yeni Roma’nın ve İstanbul’un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği sıfatını kullanmaktadır. Yabancı devlet başkanlarını ağırlayabilen, yabancı devlet başkanlarına nişanlar takabilen Patrik, Avrupa Parlamentosu kürsüsünden konuşabilmekte ve gittiği ülkelerde devlet başkanı protokolü ile karşılanmaktadır.
Patriğin uluslararası alanda bu şekilde bir ağırlığının olmasının gerekçesi ise ne ilahi ne de dini nedenlerden kaynaklanır. Bu durumun temel nedeni, Amerika’da yaşan üç milyonluk Yunan Diasporası ve patrikhanenin tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de siyasi gerekçelerle araç olarak kullanılmak istenmesidir.
Özellikle,
- İkinci Dünya Savaşı sonrasında Rusya’nın Doğu Avrupa’daki Ortodokslar üzerindeki etkisini kırmak isteyen ABD’nin Patrikhaneyi öne çıkarma çabaları,
- Patrikhane ile tarihi ve dini bağları olan Yunanistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerinde Patrikhaneyi bir koz olarak kullanmak istemesi ve
- AB’nin Türkiye’nin üyelik sürecinde azınlık hakları ve din özgürlüğü adı altında Türkiye’den Patrikhanenin ekümenik statüsünü tanımasını istemesi, Patrikhanenin sadece Ortodoks dünyasını ilgilendiren dini bir sorun değil, önemli ölçüde siyasi bir sorun olduğunu göstermektedir.
Kaynak:
- Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi S 50, Güz 2012, s. 479-514 Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Ekümenikliği Tartışmaları ve Gerçekler-Doç. Dr. Emruhan YALÇIN
- M. Çelik, Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda Din-Devleti ilişkileri, s.20–25. 16 M. Çelik, Siyasal Sistem Açısından Bizans İmparatorluğunda Din-Devlet Dış ilişkileri, s.31–33. 17 Y. Benlisoy-E. Macar, Fener Rum Patrikhanesi, s. 22.
- Mehmet Çelik, Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi, Akademi Kitabevi, İzmir,
1998, s.66.