Birinci Harpten sonra Batılı devletlerin topyekûn saldırısı karşısında Osmanlı’nın çekilmek mecburiyetinde kaldığı ve bugün Suriye olarak adlandırılan topraklar Osmanlı döneminde Lübnan’a kadar olan bölgeyi de içine alan Bilad-ı Şam ismiyle bilinirdi.
Suriye, Osmanlı fethinin başladığı 1516 yılından itibaren farklı idari statülerde Osmanlı Devleti’nin tasarrufu altındaydı. Bugünkü Suriye’de yaşanan katliamları ve iç savaşı açıklamak için bu bölgenin yakın tarihine uzanmak gerek. Her mezhep ve kavimden toplumların ümmet zemininde yaşadığı o huzurlu zamanların nasıl ve kimler tarafından yok edildiğini anlamaya çalışmak, Suriye meselesiyle uğraşanların müracaat edeceği bir kaynaktır. Dolayısıyla derin bir yara hâline gelen Suriye meselesinin köklerini tarihte aramak lâzım.
SURİYE MESELESİNİ YAKIN TARİHTE ARAMAK
Diyanet İslâm Ansiklopedisi 38.cildinin “Suriye” maddesinden ve Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun “20 Yüzyıl Siyasî Tarihi” nden Suriye meselesine dair öğrendiklerimizin hülâsası şöyle:
Bugünkü Suriye’nin meselesinin iflah olmaz bir yaraya dönüşmesi Osmanlı sonrasındadır.1877 tarihli düzenlemeye göre Osmanlı devleti bu bölgeyi altı idari birimle huzurla bir şekilde yönetiyordu. Halep Vilayeti, Şam Vilayeti, Kudüs Mutasarrıflığı, Deyruzzor Sancağı, Beyrut Vilayeti, Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı.
Batılı devletlerin çeşitli faaliyetleri neticesinde özellikle 1904-1949 arası “Büyük Suriye ideali” adı altında toplanan Arap milliyetçilerin çıkışına kadar tablo böyleydi. Osmanlı’nın parçalanmasını, dolayısıyla küçülmesini isteyen sömürgeci Batılı devletlerin desteğiyle Arap milliyetçileri sancak ve eyaletlerin kendilerine verilmesini istiyordu. Osmanlı devletinden kopmuş, Batı’nın kontrolünde “Birleşik bir Suriye” plânlanmıştı.
OSMANLI’DAN SONRA SURİYE İFLAH OLMUYOR
1920 yılında Fransız Ordusu federal Suriye kurmayı denemeye başladılar. Suriye’yi Osmanlı’dan koparmak Fransız devleti için tarihî bir kinin de bulunduğu bir gaye idi. Devrin Ortadoğu sorumlusu Fransız generalinin Selahaddin Eyyübi’nin türbesini tekmeleyerek “Haçlı Savaşları bizim için zaferimizle bitti” diyerek yüksek sesle nâra attığını Suriye meselesiyle uğraşanların unutmaması gerek.
Bugünkü kanlı Suriye’nin bir asırlık geçmişinin ardındaki bölücü el Fransız devletidir. Osmanlı’dan, yâni Türkiye’den koparılmış Suriye’yi meydana getiren altı devletin kurulmasının plânlayıcısıdır. Bu devlet sözde devletçikler şunlardı: Şam Devleti (1920), Alevi (Nusayri) Devleti (1920), Büyük Lübnan Devleti (1920), Halep Devleti (1920), Cebel-i Dürzi Devleti(1921), İskenderun Sancak Devleti (1921).
Türkiye ve Suriye arasındaki Hatay meselesi de yine Fransızların bu plânı içindedir. 1939’a kadar güdümlü bir “Hatay Devleti” olduğunu üzülerek hatırlatalım. Daha sonra Hatay ve Lübnan, oluşturulan Suriye yapısından ayrılıyor ve Hatay Türkiye’ye katılıyor.
Halep ve Şam, Arap milliyetçileri yine Fransız desteğiyle birleşerek Suriye Devleti ismini alıyor. Özerk kalarak kültürel kimliklerini koruyabileceklerini. Nusayriler bu birleşmeye kabul etmiyorlardı.
FİTNECİLER VE DARBELER ÜLKESİ SURİYE
Günümüzde Suriye iç savaşının nasıl ve niye çıktığını anlamak için bu tabloya bakmak lâzım. Bugün kangren olmuş Suriye rejimine giden yolu anlamak için Batı destekli darbelerin kimlerce yapıldığına bakılmalı. Mart 1963’te Baas Darbesi, Şubat 1967’de Alevi, yâni Nusayri Darbesi, Kasım 1970’de Hafız Esed Darbesi bugünkü kanlı Suriye’nin müsebbibidir.
Batılı devletlerin her ülkede yaptığı gibi Suriye’de de Osmanlı’dan sürüp gelen âlim ve münevveran bu darbelerle birlikte tasfiye edilir. Bunların yerine asker ve memur gibi, Batılı devletlere perestij eden bürokratlar devlet kademelerine alınarak yeni bir sistem meydana getirilir. O güne kadar tesirini sürdüren gelen sürdüren gelenekli Sünnî şehirli, tüccar ve münevveran 1949 darbesi ile ilk defa sarsıldı. Tasfiyelerin ardından bu hadise ile birlikte Suriye’deki hükümet devlet ve devlet yapısı kısa sürede laik- sosyalist-Baascı zihniyetin eline tamamen geçer.
Meselâ 1963 darbesini yapanların hemen hepsi Sünni Müslümanlar dışındaki gruplardı. Ancak bu süreçte geleneksel Sunnî âlim ve münevveran tasfiye edildiği içindir ki Sünnî İslâm gruplarının tesirli olduğu söylenemez.1940’larda Rusya’nın desteğini alan ve liderliğini Michel Eflak’ın yaptığı Baas Partisi hızla yayılmış ve tesirli olmaya başlamıştır.
Özellikle Sosyalizm ile Suriye milliyetçiliğini sentezleyen Eflak, Suriye’de gelenekli Sünnî münevveran ve bürokratların yerine laik-seküler yeni bir sınıf oluşturmaya çalışır. Daha sonra Eflak bir başka grup tarafından tasfiye edilse bile oluşturduğu “yeni” grup tesirini devam ettirir. Sosyalizm sözde itibarlı bir aydın düşüncesi hâline getirilmeye çalışıldı. Bu düşünceyi takip edenler milletlerarası siyasette sosyalist düşünceye uygun “dost ülkeler” edinmeye başladılar.
1956 yılında Suriye’ye hâkim olan bu zihniyet Sovyet Rusya ile ilk ittifak anlaşması imzalar. Anlaşmaya göre Sovyet Rusya, Suriye’ye külliyetli miktarda askeri destek sağlıyor ve buna karşılık Suriye’de Komünizm meşru hale geliyordu. 1956 Anlaşmasının Suriye’de tesiri büyük olmuştur. Bu anlaşmayla birlikte Suriye’de Sosyalist-Baas zihniyetine sahip hükümetler kontrolü ele alarak bir müddet ülkede asayiş ve iktisadî hayatı canlandırdıklarını ispat eder görünmüşlerdir.
1960’lardan sonra Hafız Esad’ın hâkim olduğu süreç Nusayri ağırlıklı hükümet modelleri Eflak’ın başlattığı Sosyalist-Baas anlayışının devamıdır. 1946-1956 yılları arası yirmiden fazla hükümetin kurulduğu Suriye, Rusya’nın desteği ile ağır yatırımlar yapılır ve sayede toplumda gerginliğin üstü örtülür.
O dönemde Suriye ve Rusya arasındaki yakınlaşmaya Türkiye’nin büyük tepki gösterdiğini hatırlatalım. 1955yılında Türkiye ağır mekanize taburlarından oluşan askeri birliklerini Suriye sınırına kaydırdığını düşünürsek bugünkü Türkiye ve Rusya’nın Suriye meselesindeki çatışmanın yakın tarihten sürüp geldiğini anladığımızda, bugün Rusya’ya karşı çıkışların sebebinin hiç de hamaset olmadığını öğreniyoruz.
Rusya’nın Suriye’de ne işi olduğunu ve Türkiye’nin Rusya karşısında birdenbire keskin duruş göstermesinin bir başka sebebi de 1971 yılında imzalanan bir anlaşma ile Suriye’nin Rusya’ya askerî limanlı bir bölge kurmasına izin vermesidir. Suriye, Rusya’nın bölgedeki stratejik varlığını bu zihniyete sahip askerî ve sivil bürokrat ve aydınlar eliyle koruduğu gayet açık ve şimdilik bu yapının hâkimiyetinin kırıldığı söylenemez. Oğul Esad iktidara gelince ABD ile başlattığı kısa süreli “dostluk” Rusya’yı endişelendirdiği malum.
Suriye rejimine bugünkü şeklini büyük nisbette Hafız Esad verdi. 1970’de darbe yaparak devleti ele geçiren Hafız Esad Şam’da 30 yıl despot bir şekilde hâkimiyet kurdu ve sürekli olarak Sünnî İslamcı muhalefeti ezdi. Rejimin temel meşruiyet problemi Nusayri Esat azınlığının Sünni çoğunluğu yönetmesidir. Ancak bu noktada bir açıklama yapmak gerek. Nusayri Esat azınlığının bütün kadrosunun Nusayri olmadığını, en tepedeki asker ve devlet erkânı arasında Sünnilerin de bulunduğu bilinen bir gerçek.
Esas problem Nusayri Esat oligarşisinin etrafında oluşan Baas rejimi ve zihniyetidir. Bugün bir Suriye meselesi karşısında ne yapması gerek suali ile karşı karşıya olan bir Türkiye var. Muhteşem Osmanlı zamanlarının rüyalarını görmek elbette hakkımız. Hilafetin Türklerde olduğu ve ümmetin hâmiliğini yaptığımız kudretli zamanlar yok. Bilad-ı Şam dediğimiz ve tasarrufumuzda bulunan Suriye’ye Batılılar Ortadoğu diyorlar ve sınırları cetvelle çiziyorlar.
PKK’NIN BESLEYİCİ VE KORUYUCULARI ESAD AİLESİDİR
Abdullah Muradoğlu’nun 22 Ocak 2012 tarihli Yeni Şafak’taki “Türkiye ve Suriye’deki darbelerin şifreleri” yazısında Esad Suriye’sinin 1970’li yıllardan bu yana PKK ve daha sonra adı “Hatay Kurtuluş Örgütü” ne dönüşen “THKP-C Acilciler Örgütü” gibi birçok Marksist Kürt örgütlerinin Esad ailesi tarafından desteklendiğine dair çarpıcı bilgiler var. Hülâsa olarak nakledelim: Suriye’de iken Öcalan istihbaratın denetimindeydi. Önce askeri istihbarat, daha sonra Esad ailesinden Cemil Esad tarafından yönetildi. Öcalan, ‘Biz önce askerî istihbarata bağlıydık, sonra bizi Cemil Esad’a bağladılar’ dedi. Bunu Kürt politikasıyla meşgul olan herkes bilir. Bâzısı bunu açıkça söylemez. Abdullah Öcalan’ın Temmuz 1979’da Suriye’ye yerleşmesinde Hafız Esad’ın Aralık 2004’te ölen kardeşi Cemil Esad önemli rol oynadı. Cemil Esad'ın Öcalan’ı Türkiye’ye karşı kullanmak için Suriye’ye getirdiğini sanıyorum. Cemil Esad, Öcalan’la çok samimiydi. Hafız Esad, Öcalan ile direkt görüşmüyordu ama Suriye’de bulunduğu süre içinde Öcalan ile ilgili bilgileri muntazam bir şekilde Cemil Esad’tan alıyordu. Cemil Esad, PKK’yla derin ilişkiler içerisindeydi. Öyle ki 1989’da Batı Almanya’nın Düsseldorf şehrindeki PKK yargılamasına avukat olarak katılacak kadar açık oynuyordu. PKK’nın yayın organı ‘Serxwebun’ dergisine bir röportaj vererek Türkiye’ye ağır eleştirilerde bulunmuştu.
ZAMÂNIN SÜFYÂN’I OLAN ESAD’IN ŞAM’DA ÇIKMASI
Hz. Peygamber Efendimiz’in, “Şam’ın ortasından, adına Süfyânî denilen ve kendisine tâbi olanların çoğunun Kelb Kabilesi’nden olacağı birisi çıkar. O, insanları öldürür” buyurduğu gibi zamanın Süfyânı olan oğul Esad da tevarüs ettiği karakteri gereğince bugün fitne çıkarmaya ve öldürmeye devam ediyor.
Hâsıl-ı kelâm, Esad Suriye’si kırk yıldır Türkiye’nin kuyusunu kazan hain bir devlet! Esad idaresine nasıl güvenilir? Gâfillere ve nâdanlara duyurulur. Suriye “Ölüm tarlalarına” dönüşmüş bir cehennem ülkesi bugün, “fitne” kol geziyor. “Müslümanlar kardeştir ” düsturunun nâmı yok. Fethi Gemuhluoğlu’nun 1975 yılında söylediği “Fitnenin evveli Şam, âhiri Şam'dır” sözüne tâ o zamanlar kulak verilmeliydi.
Ümitsiz değiliz. Bu belâyı def edecek kuvvet asırlardır İslâm’ın bayraktarlığını yapmış olan Hakk’a tapan Türklerin ordusudur ki, Esat’ın ve PKKPYD zulmüne tek başına karşı duruyor bugün.