Son günlerde iç siyasette sık kullanılan ve siyasi rant elde edilmeye çalışılan bazı kavramlar yeniden pişirilerek soframıza getiriliyor. Bu kavramları bizim kuşak çok iyi biliyor ama yeni neslin bildiğini hiç zannetmiyorum.
Osmanlıcılık
İşlerin iyi gitmediği Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde devletin siyasi bütünlüğünü sürdürebilmesi için ortaya çıkartılan fikirlerin başında gelir. Bu düşünceye göre Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yaşayan herkesin ırk, din, dil ayrımı olmaksızın eşit kabul edilmesi ve herkesin aynı haklara sahip olması gerektiği savunulmaktadır.
Ancak 1912 yılında Balkan savaşlarından yenik çıkan Osmanlı devletindeki Hıristiyan unsurların imparatorluğa karşı başkaldırıları, başta Arnavutluk isyanı, Araplar ve Kürtler arasında başlayan milliyetçilik hareketleri İmparatorluğun asıl öğesini oluşturan Türklerin, Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmasına mani olmuştur.
İslamcılık
Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde ortaya çıkan düşünce akımlarından bir diğeri İslamcılıktır. O günkü otorite İslamcılık politikasıyla Balkanlardaki etnik grupların devletten kopmalarını engellemek istiyordu. İslamcılık düşüncesine göre toplumu bir arada tutan temel faktör dindir. Hangi ulustan olursa olsun, bütün Müslümanlar kardeştir ve halife efendinin etrafında toplanmalıdır.
Bu fikri benimseyenler; ‘Batı'nın Osmanlı'ya göre çok ileride olduğunu ancak bunun sebebinin İslam dini olmadığını, İslamiyet’in bilime ve yeniliklere açık bir din olduğunu bu sebeple Batı'nın bilim ve teknolojisinin alınabileceğini ancak Batı'nın ahlakının bizden daha ileri olmadığını ve bu yüzden onların ahlakının ve yaşantısının taklit edilmesinin yanlış olduğunu’ savunuyorlardı.
Batı'nın Osmanlı İmparatorluğuna ve öteki Müslüman ülkelere uyguladığı bölücü ve yıkıcı politikaları engellemenin tek yolunun ise kurulacak bir İslam birliğiyle mümkün olacağı düşünülüyordu.
Batıcılık (Garpçılık)
Devleti kurtarmak ve modernleştirmek amacıyla Tanzimat'tan sonra ortaya çıkan fikir akımlarından biridir. Batıcılık fikrinin temelini Tanzimat dönemindeki ve daha önceki ıslahat hareketleri oluşturur.
Sadrazam Mustafa Reşit Paşa bu düşüncenin öncülerinden biridir. Batıcılara göre Osmanlı Devleti'nin en önemli sorunu Batılı olamamaktan kaynaklanmaktadır. Tek kurtuluş yolu çağın fikir ve ihtiyaçlarına uygun medeni bir devlet ve millet haline gelmektir. I. Meşrutiyet, Batılılaşma hareketlerinde bir dönüm noktasıdır. 1860'tan sonra Batılılaşma hareketinin öncüleri Jön Türkler'dir. Abdullah Cevdet Batı'nın her yönüyle benimsenmesi gerektiğini savunurken Celal Nuri ve arkadaşları ise Batı'nın yalnız teknolojisinin alınması gerektiğini, kültürel yönden karşı çıkılmasını ileri sürerler.
Türkçülük
Türkçülükle ilgili çalışmaların geçmişi Tanzimat dönemine uzanır. Tanzimat dönemine kadar Türk sözünden yalnız Osmanlı Türkleri anlaşılırken Tanzimat devrinde Türk kelimesinin anlamı birdenbire genişler ve dünyadaki bütün Türkler için kullanılmaya başlar.
Türkçülük düşüncesi sadece Türkiye'de yaşayanları değil, dünyanın her yerindeki Türkleri kapsayan, ‘Bütün Türkçülük’ fikrini canlandırmaya çalışan bir hareket halini alır. Türkçülük akımı, Osmanlıcılık düşüncesinin Balkan Savaşları'nda başarısız olmasıyla ortaya çıkmıştır.
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu siyasi akımları ne toptan kabul nede toptan ret eder. Lozan antlaşmasında tanımlanan azınlıkların dışındaki tüm unsurları devletin asli kurucusu olan Türk zümresinden sayar ve Türklerin ne gibi vatandaşlık hakları varsa bu unsurlara da aynı haklar verilir. Din işleri devlet işlerinden ayrılır. Yönetimin şekli Cumhuriyet olarak belirlenir. Vatandaşa seçme ve seçilme hakkı verilir. Cumhuriyet gençlere emanet edilir.
Kimin ne gibi hesabı olursa olsun son Türk devletinin nasıl idare edilmesi gerektiğine gençlerimiz karar verecektir. Çünkü gençlerimiz her şeyin en doğrusunu bilir. Onlara güvenimiz tamdır.