1935 yılından beri kamuoyu araştırmaları, analitik ve yönetim danışmanlıgı yapan dünyaca ünlü Gallup Araştırma Şirketi 122 ülkede ki "Duygusal Anketi"ni yayınladı. Araştırma sonuçları ülkemiz açısından, endişe verici sonuçlarından dolayı "bize noldu böyle ki?" dedirtiyor.
Düşünsenize, dünyanın en güzel coğrafyasında yaşayan insanımız "son 24 saatte hiç güldünüz mü ?" sorusun da 122 ülke içinde sondan ikinci oluyor.
- Öfkede Lübnan'dan sonra 2 nciyiz.
- Üzüntü de Afganistan ve Lübnan'dan sonra 3 ncüyüz.
- Streste dünya 3 ncüsü,
- Kendini mutlu hissetmekte dünya 120 ncisi,
- Gülümsemekte dünya 121 ncisi,
- Son 24 saatte yeni bir şey öğrendiniz mi de dünya 121 ncisiyiz.
Vesselam araştırma duygu alanında ne varsa ortaya dökmüş. Diğerlerini sıralamaya gerek yok. Hâ birde yılın yorgunluğunu giderme ve dinlenme de dünya 119'culuğumuz var.
Doğrudur, antideprasan ilaç kullanımının % 65'lere dayandığı ülkemiz de, yukarıda ki sonuçları elbette çok normal karşılamak gerekir.
Yorgun ve dinlenemeyen, mutluluktan uzak, gülmeyen, sürekli gergin ve stres içinde yaşatılan ülkem insanı; kendi gülemediği için gülenlere kızıyor, marketler de erzak arabasını tıka basa dolduranlara bakışlar bile bu sıra gözden kaçmaz oldu.
Bu öfkeyi trafik de kavga ederek, maçlarda küfürlerle, kendi gibi düşünmeyenleri "düşman" gibi görüp öfkeyi deşarj ettiğini sansa da, mutsuzluk, umutsuzluk ve öfke bedeninin bir köşesinde bekleyip duruyor.
Oysa, öfke sahibi azıcık düşünebilse ve "neden ?" diye kendi kendine sorular sorabilse, her önüne çıkan soruya tekrar "nedeeen !?" diyebilse müsebbiblerini ortaya çıkarmak o kadar kolay olacakk ki; tutsak bırakılan zihninde ki o "neden ?" sorusunu bir türlü soramıyor, sordutulmaya çalışılıyor.
Hep başka yerde, yerlerde arıyor mutsuzluğunun sebebini, kâh "öteki" kâh "iç ve dış düşman" oluyor içinde ki nefretin, kinin, öfkenin sebebi. Aynı sıkıntıları yaşayan "öteki" nin varlığından habersizce, algılarla abluka altına alınmış zihinlerin kısır döngüsü şimdilik böylece devam edip duruyor. Ama sadece şimdilik.
Konda Araştırma Şirketi'ne göre;
- Memleketimizde işlerin iyi gitmediğini söyleyenlerin oranı % 80.4.
- Ekonomik olarak gelecek daha kötü olacak diyenlerin oranı % 68.2.
Türk-İş haziran ayında 4 kişilik bir ailenin açlıksınırını 6 391 yani asgari ücretin 2 138 lira fazlasıyla, yoksulluk sınırını da 20 818 lira olarak açıkladı.
Çalışanların % 66' sı düzgün beslenemiyor, her günü endişe, karamsarlık ve stres içinde. Peki tüm bu olumsuzlukların sebebi "düşman" gösterilen "öteki" mi ?
Psikanalistler bu durumu "öfkenin hal değiştirilmesi" olarak tarif ediyorlar. Peki öfkemize, stresimize, mutsuzlugumuza sebeb olanları aramak, bulmak yerine "vurun abalıya" hesabı biz neden suçlu olarak bir birimizi görür ve bir birimize düşman olur veya ediliriz ki ?
Bildiniz ! Algılarla elbet. Bari açıklayalım da bitsin şu birbirimize duyulan öfke, kin ve nefret. Hiç değilse anlayabilenler kurtulsun hayatımızı esir alan, karartan bu "algı yönetimi"nden.
Vedat Kahyalar'ın "Ülkenin kaderi neye ve kime göre belirleniyor ?" adlı çalışması, sanırım bizim içine düşürüldüğümüz "buji tuzağı" mı dersin "kaplan tuzağımı" dersiniz algı tuzağına düşürülen insanlarımız için iyi bir rehber olacaktır.
Türk insanının;
- Eğitim düzeyi 180 ülke içinde 108 nci sırada.
- Zeka yaşı ortalaması 11 yaş.
- Anlama konsantrasyonumuz 17 dakika, yani 17 dakikadan sonra ne denilmek istendiğini pek anlamıyoruz.
- Algı kapasitemiz genelde 4 kelimelik cümleler içeriyor. Bu cümlelerin de genel olarak sloganlar olduğunu açıklamaya gerek kalmadan bilirsiniz.
- İlk, orta ve lise eğitimlerinde okutulan kitaplar harici, hayatımız boyunca okuduğumuz kitap sayısı aile başına yarım kitap.
- Gençlerimiz kendi dilini anlama da dünya ülkeleri arasında 43 ncüyüz. Gençlerimiz kendi dilini bile doğru dürüst bilmiyor.
Toplum kültür ve anlama kapasitesine göre A, B, C, D kategorilerine ayrıldığında; zeka seviyesi 11 yaş olanların % 60'ını D grubu teşkil ediyor. Zeka yaşı 11 ve üzerinde olanların % 20'si C grubunda, % 15'i B ve % 5'ininde A grubunda olduğunu bildirdikten sonra gelelim meselemiz can alıcı noktasına;
Başta siyasiler olmak üzere reklamcılar ve senaristlerin en gözde hedef kitlesi toplumun % 60 çoğunluğu oluşturan 11 yaş zeka seviyesinde ki D grubudur.
Senaristler yerli bir dizi veya filmler çekecekleri zaman, bilerek istiyerek bu gruba göre düşük kaliteli film çekmeyi hep tercih ediyor veya ettiriliyor. Anlaşılacağı üzere reklamcılar da film arası reklam vermede bu katagorisi düşük dizi ve filmlere hücum ediyor. Çünkü reytingleri yüksek.
Hiç şüphesiz popülist siyasilerde bu geniş kitlenin sosyo-kültürel ve ekonomik açıdan gelişip serpilmesini canı gönülden istemeyecek, onların hep öyle kalmalarının siyasi faydasını düşünecektir.
Çoğu kez bu grubun onları fazla düşündürmeden anlayacağı dilde hitabet ön planda tutarken, restleşmede bile bu grubun argo dilini kullanarak onlara "Allah'ına gurban senin !" dedirtmek, centilmenlik ve işin ahlaki olup olmadığına bakmaksızın tercih edilecektir.
Oysa, gelişmiş ülkelerde gerek eğitim metodlarıyla, gerek medya organlarıyla halkın mutluluğu ve gelişmesi için en üst çabayı gösterme, kültürel gelişimi daha ileri noktaya taşıma her zaman popülizmden önce gelmekte.
Bundan dolayıdır ki; yüksek donanımlı seneryolar, ar-gesi dopdolu ve donanımlı üniversiteler, topluma örnek adalet, liyakat, adam kayırmama gibi siyaset uygulamaları, bilim felsefesi, tohum, gen, aşı araştırmaları çogunlukla hep gelişmiş ülkelerde olmaktadır.
Geri kalmış ülkelerin derdi günlüktür. Günü kurtarmak ve buna uygun düşen popülizmle, o gün, topluma ne mesaj verilecek ve kim vereceklerle geçer. Önceden tespit edilen mesajlar topluma bir bir zerk edilir.
Nasıl olsa, medya ile, dizilerle, sloganlarla konsolide edilmiş mesajı doğru kabul etmeye hazırlanmış bir kitle vardır. Bu durum algı yöneticilerince test edilir. Toplum üzerinde ki etkileri ölçülür, algı tutmadıysa ikinci bir doz daha hazırlanır.
Zeka seviyesi 11 civarında olanlara çoğunlukla 15-20 cümleyi geçmeyen hamasetli cümlelerle, yorgun arğın düşürülmüş topluma "neden ?" sorusunu sormaması için toplum bir nevi avutulup uyutulmaya çalışılır.
Zeka seviyesi, anlama ve algılama gücü 11 yaş üzerinde olanlar, bu gündeme tepki göstererek "aklımızla alay mı ediliyor ?" diye kızsalar da, algı yöntemi ertesi günün mesajı ne olacaktır telaşı içindedir artık.
Ama yine araştırma sonuçları gösteriyor ki, algı tutsağından kurtulamayanların evlatları yani gençler, büyük ekseriyetle ebebeynlerinin düşürüldüğü tuzağa düşmüyor, düşürülemiyorlar, onlar tuzağın çok uzağındadırlar artık...
Tamda şimdi, gençler gibi bizimde "neden ?" diyerek, "düşman"lık yerine kucaklaşma zamanımız değil mi ?