Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan insanlara “terörist” gözüyle bakanların sayısını araştırmaya kalksak, ürkütücü bir rakam çıkacağını tahmin ediyorum. Yine aynı araştırmada, “terörün maddi ve manevi olarak etkilediği insanlar kimdir?” diye farklı bir soru sorsan, doğru cevabı alamayacağımı da biliyorum.
Ve bölgede yaşayıp, her şeyi bilenlere karşın, batıda yaşayıp, hiçbir şeyi bilmeyenlerin “terör sorununa ürettikleri” çözümle ülkeyi düze çıkarmaya çabalıyoruz.
Oysa birkaç istatistik bilgi, bu yanlış algıyı ortadan kaldıracağı gibi, emekli olduktan sonra terör uzmanı kesilen eski askerlerin de gereksizliğini ortaya koyar.
Bir şeyi daha ortaya koyar ki, yaygın basında ve televizyonlarda terörün bitirilmesi için ahkâm kesenlerin çoğunluğunun “boş laf” konuştuğunu…
Batıda yaşayanların “terör sıkıntısına” karşın, bölgede yaşayanların ablukaya alınmış bir sürü sıkıntısının olduğunu da bu araştırmalar ortaya koyabilir.
Hâlbuki bu araştırmalar da yapılıyor.
Her partinin bir “Kürt Raporu” var ve hayata farklı pencereden baktıklarından olsa gerek ki, ne uygulamaya koyabiliyorlar, ne uyguladıklarından bir kazanım elde edebiliyoruz.
Çünkü araştırmalar, hep aynı kaynağın değişik versiyonundan başkası değil.
Eğip bükmeler, kendi dünya görüşüne göre ayıklayıp, eklemelerden ibaret, kuru laf salatasından öteye gitmeyen kâğıt yığını.
“Kürt” ismine karşı çıkanlarınsa “Güneydoğu Raporu” el altında hazır ve sadece “Kürt” ibaresinin çıkarılmasından başka bir şey değil.
Bütün bunlar yeni şeyler değil, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in istediği “Ulusal Mutabakat” bile “buldum!Buldum!” diye sevinilecek bir çözüm değil.
Oysa rakamlar her şeyi anlatıyor…
Bölge için hazırlanan raporların adından çok içeriği önemli ve siz “Kürt Raporu” dediğinizde, bölgede Kürt olmayanları hesaba almadığınız, “Güneydoğu Raporu” dediğinizde, doğu da yaşayanlarla, Kürtleri önemsemediğiniz anlaşılır.
Gelin kimleri önemsemeniz gerektiğini anlayalım…
Şehit olan insanlara bakın, nüfus kütüklerine, ne iş yaptıklarına, ailesinin neyle geçindiğine, diline, dinine, ırkına, sevinçlerine, hüzünlerine…
Bu arada şehit babasının veya annesinin “siyasi ya da bürokratikunvanı olup olmadığını da inceleyin…
Bölge dışında yaşayan “şehit” ailesinin “neden bölgeden göçtüğüne” de bakmak gerekir. Köyü mü boşaltılmıştı, terörden mi kaçmıştı, işsiz miydi, aşsız mıydı, açıkta mıydı?
Her şeye rağmen bölgede yaşayanların neler çektiğini araştırın…
En çok kimlerden çekiyorlar, yoksa hem devletten baskı görüp, hem de terör örgütünün tehditlerine mi muhatap oluyorlar?
Yapılan her şey “isteyerek” mi yapılıyor, yoksa her iki tarafın “şerrinden” korkulmasından dolayı mı?
Her şekilde ya “ajan-işbirlikçi” damgasını yiyeceğini, ya da “terörist” muamelesi göreceğini bilmenin acısıyla mı boğuşuyor.
Yoksa dün Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın “darbe yiyen rakamlar”ına mı bakmak gerekir?
Eğer rakamlara göz atabilseydik, “Terör, can kayıplarının yanında ekonomik olarak da ülkemize ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine büyük zarar” verdiğini anlardınız…
Bölge halkı için mücadele ettiğini söyleyen tüm siyasiler, devlet veya terör örgütünün “boş konuşmaktan” öte bir şey yapmadığı gibi, aldıkları her tedbirin “bir darbe daha vurmak”tan öteye gitmediğini de görürdünüz.
TZOB Başkanı, kendi alanıyla ilgili olmalı ki, tarımsal rakamları önemsemiş ama zaten yerinden yurdundan edilenler de, halen yaşamaya direnenler de bu rakamlarda gizli…
10 yılda koyun Sayısı 19,1 milyondan 12 Milyona, Keçi Sayısı 3,9 milyondan 2,9 milyona indiğini, bu rakamın da “doğumlara” ve “desteklemelere” rağmen ulaşılabildiğini anladığınızda, “ekmeğini hayvancılıktan sağlayanların” durumunu bir nebze anlayabilirsiniz.
Buna diğer hayvanları da ekleyip, talan edilen, işlenmeyen, kendi haline bırakılan tarlalardaki ürünü de topladığınızda, “kimin terörden etkilendiğini” görebilirdiniz.
Yerinden yurdundan edilen insanların, ne yediğine, ne içtiğine, çoluk çocuğunun neyle geçindiğine bakma şansınız da olurdu.
Bütün bunlara rağmen vergisini veren, elektrik ve su parasını ödeyen insanların onurlarının ne denli yüksek olduğunu da kavrayabilirdiniz.
Ve o zaman Uludere’de başına bomba yağan insanlara “terörist” gözüyle bakmaz, “ekmeğini taştan çıkaran garibanlar” olarak görürdünüz.
Ama bakamıyoruz…
Ya hayata çok “devletçi” ya da çok “düşman” bakan bir yapıya büründük.
Ya terörden yanayız, ya teröre karşıyız.
Ya BDP’liyiz, belki de PKK’lı ya da “faşizan” kimliğimizi ortaya koyan karşı çıkışların sahibiyiz.
Oysa bölge, terörden inim inim inliyor.
Teröre destek veren, zaten terör örgütü üyesi veya sempatizanıdır.
Bölge halkıysa hem örgütten darbe yemekte, hem devletin baskısıyla baş etmeye çalışmakta, hem de batıda yaşayanların “yanılgısıyla” mücadele etmek zorunda kalmaktadır.
Özgür olamayan, dilediği zaman sokağa çıkıp gezemeyen, dilediğini özgürce ifade edemeyen, gönlünden geçeni kaleminden kâğıdadökemeyen, sürekli “yutkunup duranlardır” burada yaşayanlar…
İyi eğitim almayanlar, sağlıktan faydalanamayanlardır.
Yatırımda pinti davranılan, sosyal ve kültürel etkinlikleri çok görülen, fakirlikleri yüzüne vurulan, cehaleti başa kalkılan insanlardır.
Metropol kentlerde Avrupai yaşam tarzı sürerek, bölge insanını yargılamak ve teröre çözüm üretmekten kolay ne var.
Siz onları “sosyal amaç” olarak yapıyorsunuz, buradaki insanlarsa onun binlerce katını yaşamak zorunda kalıyor ve siz, bizim sırtımızdan ürettiğiniz siyasetle bir yerlere geliyorsunuz.
İnanın gölge etmezseniz, çok daha iyi olacağız!
Twitimden Seçmeler
İlk insanlıktan bu yana en çok şikayet ettiğimiz "anlaşılmamaktır". Ve o günden bu güne bunun hiç değişikliğe uğramaması ne acı!