Gönül ve ruh dünyamızı aydınlatan şahsiyetlerimizi unutmamak adına O zatların, miladi ya da hicri vefat yıldönümleri geldiğinde, hayatlarına dair kısa bilgileri derleyerek her Cumartesi bu köşede yazmaktayım. Bu hafta ki gönül dünyamızı aydınlatan mümtaz şahsiyetlerden bazıları:
Türklerin manevi hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba'dan teslim aldığı emaneti insanlara "hikmet"leri aracılığıyla damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bir bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan "Pir-i Türkistan", büyük Veli öncü şair... Hoca Ahmet Yesevi…
Kazakistan’ın Çimkent şehri yakınlarında Sayram kasabasında 1093 yılında dünyaya geldi. Dinî tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra yine o bölgedeki Yesi (bugünkü adıyla Türkistan) şehrine yerleşmiş, uzun yıllar halkı maneviyat yolunda irşad ettikten sonra burada vefat etmiş bir mutasavvıftır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır.
Ahmet Yesevi Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Sohbetlerinde ve şiirlerinde en çok işlediği konular Allah ve peygamber sevgisi, fakir ve yetimleri korumak, dinî kurallara riayet, güzel ahlâk, zikir, nefs ile mücadele, kendini eleştirmek (melâmet), ölümü düşünmek, manevî mertebeler ve bu mertebeleri aşmadan şeyhlik iddiasında bulunmanın kötülüğü gibi mevzulardır. 24 Şubat 1166 yılında Türkistan’da vefat etti. Rahmetle anıyoruz.
SEFE
Nûreddin Cerrâhî Âsitânesi 20. Postnişi, şair, yazar, bestekar. 20 ağustos 1926 da İstanbul’da doğdu. Osmanlı İstanbulu’nun sosyal hayatını ve görgüsünü Cumhuriyet Türkiyesi’ne taşıyan köprülerden biri olan. Nûreddin Cerrâhî Âsitânesi şeyhi Fahreddin Efendi’ye intisabı hayatında bir dönüm noktası oldu. Daha sonraki yılları Fahreddin Efendi’nin halifesi Muzaffer Ozak’ın yanında geçti. Onun vefatı üzerine 1985 de Nûreddin Cerrâhî Tekkesi’nin yirminci türbedarı ve postnişini olarak irşad görevine başladı.
Türk Tasavvuf Mûsikisi ve Folklorunu Araştırma ve Yaşatma Vakfı’nın başkanlığını üstlendi. Bu meşkler sırasında Cüneyt Kosal, Zeki Altun, Doğan Ergin, Arslan Hepgür, Metin Alkanlı, Sami Savni Özer ve Ahmet Muhtar Gölge gibi müzisyenleri bizzat kendisi güfte vererek bestekârlığa teşvik etti. Sohbetlerinde tasavvufun en ince meselelerini sade bir dille anlattı. Sohbetlerindeki muhabbetli, zarif ve mütevazi tavrı yerli ve yabancı her kesimden pek çok kimsenin kendisine intisabını sağladı. Ona göre tasavvuf irfanı ve dervişlik sırrı Hakk’a muhabbetle kullukta ve mahlûkata şefkatle hizmette gizlidir. 21 Şubat 1999 tarihinde hakka yürüdü ve Nûreddin Cerrâhî Dergâhı Türbesi’ne defnedildi. Rahmetle anıyoruz.
Kuzey Kafkasya kökenli Türk besteci ve kanun sanatçısı. Mecidiye Kruvazörü Süvarisi Mehmet Bey’in oğlu olan Ali Rıza Bey 1881 yılında İstanbul’ da dünyaya geldi. Babası kaptan olduğu için “Kaptanzâde” olarak anılmıştır. Tahsilini İstanbul’ da yaptı. İstanbul Gümrük Müdürlüğü’nde memur olarak çalıştı.
Müziğe 14 yaşında başladı, yüze yakın beste yaptı. İlk bestesi, Nihâvend makamındaki “Issız gecede ben hicranı düşündüm” adlı eser. Kürdili Hicazkar makamındaki "Her tel saçı bir ter dudağın değdiği yerdir" şarkısı, Hicaz makamındaki "Kapıldım Gidiyorum Bahtımın Rüzgârına","Eğilmez Başın Gibi Gökler Bulutlu Efem" "Ufuklara yaslanmış yorgun dağlar sırayla" ve Nihavend makamındaki "Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında" şarkıları en çok bilinen ve tutulan eserlerindendir. Ayrıca çok da güzel “Karagöz ve Hacivat” orta oyunlarını oynattığı biliniyor.
Kaptanzâde Ali Rıza Bey, oğlu ve iki torunu da denizcilikle uğraşıp kaptanlık yapmıştır. Konser vermek üzere gittiği Edremit'te 16 Şubat 1934 yılında kalp krizi geçirerek ölmüştür. Rahmetle anıyoruz.