Bazıları için “cemaat”, bazıları için “hizmet hareketi”, bazıları içinse “paralel bir örgüt” olan Fetullah Gülen cemaatine sorulacak çok soru var ama ben bir tek soru soracağım ve bir tek cevap bekleyeceğim.
Aslında sorulacak çok soru var ama bütün soruların altında yatan, bu sorunun cevabında gizli. Ancak tek şartım, “bu soru pas geçilmez ve bu soru, bir başka soruyla asla değiştirilemez.”
Bu soruya verecekleri cevap, 17 Aralık operasyonunun seyrini değiştirecek.
Bu sorunun cevabı, 25 Aralık operasyonunun da seyrini değiştirecek.
Hatta başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı düşünülen/düşünüldüğü söylenen “düşürme” hareketinin de adresini belirleyecek.
Hükümeti yıkma girişimi olup, olmadığı da bu sorunun cevabında gizli.
4 bakanın yolsuzluk yapıp, yapmadığı da…
Başbakanın da takıldığı dinlemelerin yasal olup olmadığı da…
30 Mart öncesi bir biri ardına patlak veren kasetlerin montaj olup olmadığı da bu sorunun cevabında gizli.
Daha vahimi, eğer varsa İsrail’le olan yakınlık da bu sorunun cevabıyla yerli yerine oturacak.
Mavi Marmara olayında “otorite” olarak görülen İsrail’in, gerçekten farklı niyetle mi söylendiği, bir koruma içgüdüsüyle mi hareket edildiği de bu sorunun cevabında gizli…
Öyle bir soru ki bu, cevaplaması imkânsız…
Dil ile ikrar edemeyecekleri kadar tehlikeli…
Kalp ile tasdik edemeyecekleri kadar da kendi kendine yabancı bırakacak kadar çetrefilli…
Cemaatin üst düzeylerinin buna cevap vermesini zaten beklemiyorum…
Ama “Allah rızası kazanma adına” orada olan temiz, tertemiz insanların bu sorunun cevabını aramalarını istiyorum.
Cemaat taassubuna kapılmadan…
Muhalif pozisyonuna düşmeden…
Yıkıcı ve bölücü bir çabanın içine girmeden…
Çünkü sorunun cevabı, nerede durduklarını göstermesi bakımından çok tatminkâr olacağına garanti verebilirim.
Belki o zaman sorgulama dönemi de başlayabilir.
Sorunun cevabına göre, İsrail’in neresinde, Filistin’in neresinde durduklarını anlayabilirler…
Mazlumun yanında mı, zalimle kol kola mı diye öğrenmenin tek yolu, bu sorunun doğru cevabını alabilmelerinde…
Sadece bu değil elbet; son zamanlarda “yayın çizgisi” değişen, Zaman ve Bugün gazeteleriyle, Samanyolu ve Bugün TV başta olmak üzere yayın organlarının “niyetini sorgulama” dönemi de başlayabilir…
Belki o zaman Ergenekon’la asıl yapılmak istenenin ne olduğu da ortaya çıkar; bu konuda kafa yorma şansı yakalanır…
Belki o zaman Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Mısır’dan neden getirildiği, o ismi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun avucuna kimin tutuşturduğu konusunda da çeşitli tahminler yürütebilirler…
30 Mart’ta CHP’ye oy vermelerinin gerekçesini de ilk elden öğrenmiş olurlar…
10 Ağustos’ta, inanç ve düşünce bakımından bir biriyle tamamen tezat siyasi görüşlerle hangi yola, hangi amaca doğru adım atmaya başladıklarının da farkına varırlar…
CHP’li olmayan, MHP’li olmayan, Sosyalist olmayan, BBP’li olmayan, Komünist olmayan, laik olmayan, Kemalist olmayan ve aslında 13 siyasi parti ve bir cemaate uzaktan yakından irtibatı bulunmayan birisinin arkasında gitmelerinin esas sebebini de çözebilirler…
Hatta Türkiye’yle ve Türkiye’de yaşayan insanlarla ilgili en ufak ama en ufak bir bilgi sahibi olmayan, İstiklal Marşını, Çanakkale şiiri sanacak kadar “bize yabancı” olan bir adamın arkasında neden gitmek zorunda olduklarını da çözebilirler…
Ve şunu da öğrenebilirler, belki ama…
Neden 13 siyasi parti ve bir cemaat, Kemal Kılıçdaroğlu’nun öne sürdüğü isme “mutlak itaat” gösterdi?
Bütün bunların düğümü, tek soru ve bu tek soruya verilecek tek cevapta saklı…
Bu soru, 40 yıllık emeğin niçin verildiğini de gösterir…
Bu sorunun cevabı, dünyanın dört bir yanına dağılan Türk Okullarının esas amacını da ortaya koyar…
Bu sorunun cevabı, “Dinlerarası diyalog” olarak gösterilen, farklı dinlerle yakınlaşma ve kendi diniyle mesafesini de belirler…
Bu soru, bu açıdan bir düğüm niteliğinde…
Bulunduğum her ortamda sorduğum, girdiğim her tartışmada ısrarla cevabını beklediğim bir soru bu…
Ama hiç kimseden cevap almış değilim…
Aslında yayın organları bunun cevabını “bas bas bağırarak” veriyor…
Yine yayın organları sahiplenerek de veriyor ama hizmet edenler, bunun hangi içgüdüyle yapıldığını, hangi koruma kalkanıyla muhafaza edilmek istendiğinin farkında değil…
İşte bu sorunun cevabı, bütün bunlara da ışık tutacak…
Bu soruyu ilk kez duymuyorsunuz, defalarca muhatap olduğunuzu biliyorum ama bu defa, özellikle bu soruya verilecek cevabın, bütün yaşananların kapısını aralayacağını bilerek, soruyorum.
O zaman bu soruma cevap verin veya cevap bulun; “paralel polis” diye yargılanan insanları tanıyor musunuz?
Tanımıyorsanız sorun yok…
Ne 17 Aralık, ne 25 Aralık, ne hâkimlerin ayarlanması, ne savcıların feryatları, ne İsrail’e bilgi sızdırma, ne Gazze’ye yan bakma ve ne de ABD’yle ilişkilerde cemaati, hizmeti, Gülencileri ilişkilendirmek mümkün olmadığı gibi, hepsinden özür dilemek de şart olur.
Ve o zaman AK Partiyi de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da gözden çıkarmak, Çankaya yolunu tıkamak şart olur…
Ama tanıyorsanız, yani cevabınız ‘evet’se…
Tweetimden seçmeler
Kanser tedavisi gören Murat Göğebakan'ı kaybettik. Güzel bir insan, iyi bir sanatçıydı. Allah rahmet eylesin.