Bir başkasına hakaret ederek, kendi gibi düşünmeyeni küçümseyerek, horlayarak hak aramanın bir mücadele biçimi olduğu zaman, bu zaman mıdır diye hep düşünürüm.
Yeni bir gelenek midir, yoksa eskiden beri bilinçaltında olan ve şimdi dışa vurulan şekli midir bilmiyorum ama bildiğim hak arama, herkesin hakkını savunmayla daha bir anlam kazanıyor.
Benim gibi düşünmeyebilirsin, benim gibi inanmayabilirsin, benim gibi giyinmez, benim gibi yemez, benim gibi konuşmaz veya benim gibi yazmasın ama benim uğradığım haksızlık, senin uğrayacağın haksızlık olabilir/olmalı…
Elbette bu ve buna benzer “hak” kavramıyla ilgili söyleyecek tonlarca söz var.
Özellikle asla öyle düşünmediğin ve asla öyle bir yaşamı benimsemeyeceğin kişilerin de hakkını savunmak, bir hak savunucusu olmayı gerektirir.
Özellikle de mazlumların ama bırakın mazlumu savunmayı, kendi terör örgütü, kendi zalimi varken, sadece kendi mazlumunu savunmasını, bir başkasının zalimine ses etmesine de alıştık, ne yapalım…
Güncelliğini koruyan bir başka örnek vermek istiyorum.
***
Bir gay, bir lezbiyen olmayabilirsiniz ama bu düşünceniz, onlara hakaret edilmesini, horlanmasını, aşağılanmasını hoş görmenizi gerektirmez.
Bu bize göre ahlaki zafiyet olması, günah bilinmesi, ayıp görülmesi de bir şey değiştirmez; öyle yaşayan ve öyle yaşamak isteyen -bizim hakkımıza müdahale etmediği sürece- özgürce yaşamalıdır.
Bir gay, bir lezbiyen olabilirsiniz ve bu tercihinizi özgürce yaşamanın mücadelesini de verebilirsiniz ama bu, sizin başkalarının inancına hakaret etmeyi, düşüncelerini küçümsemeyi, kişiliklerini rencide etmeyi gerektirmez.
Onursuzluk ederek, onurlu bir tavır içinde bulunulduğu söylenemez.
Hiç kimse sizin gibi düşünmeyebilir ama zaten siz de hiç kimse gibi düşünmek ve yaşamak zorunda değilsiniz.
***
Sadece bu konuyla sınırlı değil elbet, hakaret ederek hak arama geleneği…
Birisi Türklerin horlanmaması gerektiğini ve insanların kimliklerini özgürce söyleyip, özgürce yaşamaları gerektiğini söyler ama hemen arkasından Kürtlere hakaret eder, Ermenilere hakaret eder, Arapları küçümser ve devam eder kendisinden başka bütün ırka sahip insanları incitmeye…
Veya bunu bir Kürt yapar…
Veya bir Ermeni ya da Arap…
Bir siyasi partide de bu böyledir.
Oy verdiği, desteklediği partiyi anlatırken herkes ‘halkın özgür iradesinden’ bahseder ama bir başka parti söz konusu olduğunda envaı çeşit sıfatları bir biri ardına sıralar.
O kadar uzun boylu değil, daha yakına gidelim, kendimize bakalım; seçilecek olan neyse, atanacak olan her ne olursa olsun, ortada bir tercih varsa ve bu tercih biz değilsek, seçim kötüdür, yanlıştır, şaibelidir, şüphelidir…
Ama tercih edilen biz isek, söylemeye gerek yok, alnımızın teriyle, bileğimizin kuvvetiyle, aklımızın güzelliğiyle hak ettik ve söke söke aldık…
Bu, bu kadar nettir ve yoruma bile gerek yoktur. Eğer yorum yapılacaksa sadece övgüler kabul edilir…
***
Yine en basit tartışmadan, en önemlisine kadar hiç ayrımsız kendi fikrini kabul ettirmek için muhatabına hakaretler yağdıran, küfürler eden, neredeyse evire çevire dövecek olanlar da sadece düşüncesini söylediğini ve bunun kendisinin hakkı olduğunu düşünüyor olması çok ilginçtir.
Peki, neden böyle oluyor diye hiç düşündünüz mü?
Sizi bilmem ama ben çok düşündüm, yıllardır düşünmeyi sürdürürüm ama asla nedenini bulamam.
Doğrusu nedenini biliyorum ama “insan”a yakıştıramadığım tavır ve davranışları kabullenemiyorum.
Çünkü bizim her şeyimiz sahte…
Bir davamız yok, bir ideolojiye sahip değiliz ve bir değer yargısı taşımıyoruz/taşıyamıyoruz.
Aslında hepimizin değer yargısı var, bir inancı var, bir ideali var ve belki siyasi görüşü, dünyaya bakışı, insanlara olan sevgisi, saygısı ya da nefreti var.
Ama sorun dil ile ikrar edilenin, kalp ile tasdik edilmiyor olmasıdır.
Bir davayı savunurken “bize göre” savunuyoruz. Bir hak isterken “bize göre” istiyoruz. Adalet ararken “bize göre” arıyoruz; haksızlığa uğrayan hep biz oluyoruz ve hiç haksızlık yapan arasında yer almıyoruz.
İşte asıl sorun tam da burada…
Bizim asıl sorunumuz ahlak sorunudur.
Ne iş yapıyorsanız yapın,
Neyi savunuyorsanız savunun,
Nasıl bir yaşam şekline sahipseniz öyle yaşayın,
Kimi ve neyi savunuyorsanız savunun,
Kime ve neye karşı çıkıyorsanız çıkın ama bütün bunları ahlaklı şekilde yapın.
Bir ahlakınız, bir değer yargınız olsun.
Eğer bir hakkı “ahlakınız” nedeniyle savunursanız, herkesin hakkını ahlakınız nedeniyle savunursunuz.
Herkesin sizin gibi olması gerektiğine inanmazsınız o zaman…
Herkes sizin gibi inanmaz, sizin gibi konuşmaz, sizin gibi giyinmez, sizin çekincelerinize sahip olmaz.
Herkes kendince yaşar ama bir başkasının yaşamına müdahale edemez, çünkü orası ahlaki sınırdır…
Ve o zaman hak aramak için bir başkasına hakaret etmenin gerekmediğini öğreniriz ve belki öğrenirler de…
Tweetimden seçmeler
Nedense herkes Müslümanlardan hoşgörü bekler, tahammül ister. Oysa hoşgörü ve tahammüle herkesin ihtiyacı var, hiç olmadığı kadar.