Her meslekte idealist insanlar olduğu gibi, gazetecilik ve yazarlıkta da ‘oldukça idealist’ insanlar var. İdealist kalmak istediğinde, aynı zamanda ‘aç’ kalması gerektiğini bilen bu yazarlar, kısmi idealist, dönemsel idealist, zaman zaman idealist, yerine göre idealist gibi kendi içinde, kendisini aklayan şekle bürünebilir.
Meslek hayatımın büyük bir bölümünü ‘yerel’ diye tarif edilen gazetelerde ve kısmen de internette yazarak geçiren birisi olarak, ‘özgür’ gazeteciliğe ve yazarlığa anlam katmaya çalışıyorum.
Ne kadar özgür ne kadar objektif olabiliyoruz?
Yeri geldiğinde Hakkı’nın hakkını, Hakkı’ya mı veriyoruz yoksa başkalarına mı?
Yerel gazeteler mi daha özgür, ulusal gazeteler mi?
Hangisi Hakkı’nın hakkına karşı daha duyarlı?
Ulusal gazetelerde yazı yazmak kısmet olmadığı için, kısmi idealist, dönemsel idealist, zaman zaman idealist, yerine göre idealist gibi kavramlarla tanışmam pek de mümkün olmadı.
Ama izliyorum…
180 derece dönenleri, hızını alamayıp 360 derece dönen yazarları ve döne döne fırıldak olanları da biliyorum. Hatta o kadar dönüyorlar ki, dönüşlerine anlam katmak için semazen olduklarına inanmamızı isteyenler bile var.
Düşünüyorum da, ‘muhalif’ yazar olmak için ‘muhalif’ bilinen gazetelerde yazmak gerekir. İçimde bir yerlerde saklı olan muhalif yönümü harekete geçirmek için bu gazetelerden birisinde çalışsaydım ne olurdu?
Muhalif kaldığım sürece sorun olmazdı.
İktidarı acımasızca eleştirirdim.
Sabah kalkardım, gece yatana kadar her adımı, her sözü, her düşünceyi acımasızca eleştirirdim.
Her yazımı çılgınca alkışlayan ‘düşünme sorunlu’ insanlar olurdu.
Ama bir gün, iktidarın yaptığı güzel bir şeyi tebrik etmem de gerekirdi.
İşte o zaman ikilemde kalırdım; tebrik edip, övsem, gazetede yerim sarsılırdı. Sussam, içim içimi yerdi. Üstelik de idealistliğimi çöpe atmam gerekirdi. Objektiflik de çöpe giderdi, bütün güzel hasletlerim de…
İşte o zaman bir tercih yapmak zorunda kalırdım; ya doğruyu söyleyip, gazeteden kovulacak, (belki işsiz kalacağım, belki aç kalacağım) ya da susup, bütün doğru bildiklerimi ezip geçeceğim.
Şu anda muhalif gazetede yazanların çoğu bunu yapıyor.
***
Belki de yandaş diye bilinen yani iktidara yakın duran gazetelerden birisinde yazardım.
İktidardan yana olduğum müddetçe sorun olmazdı.
İktidarı öve öve bitiremez, her yazımdan, her cümlemden şıpır şıpır yağ damlardı.
Sabah kalkardım, gece yatana kadar her adımı, her sözü, her düşünceyi göklere çıkarırdım, asla oradan da aşağıya indirmezdim.
Her yazımı çılgınca alkışlayan ‘düşünme sorunlu’ insanlar olurdu.
Ama bir gün, iktidarın yaptığı yanlışı eleştirmem gerekebilirdi. Ya da vatandaşın çektiği sıkıntı, bir haksızlık, bir hukuksuzluk…
İşte o zaman ikilemde kalırdım; acımasızca değilse bile, uyarıcı bir şekilde eleştirsem, gazetede yerim sarsılırdı. Sussam içim içimi yerdi. Üstelik de idealistliğimi çöpe atmam gerekirdi. Objektiflik de çöpe giderdi, bütün güzel hasletlerim de…
İşte o zaman bir tercih yapmak zorunda kalırdım; ya doğruyu söyleyip, gazeteden kovulacak, (belki işsiz kalacağım, belki aç kalacağım) ya da susup, bütün doğru bildiklerimi ezip geçeceğim.
Şu anda iktidara yakın gazetelerde yazanların çoğu bunu yapıyor.
***
Yaklaşık 22 yıldır ‘yerel’ diye tarif edilen gazetelerde yazı yazıyorum. (Ara sıra ulusal gazete ve ulusal dergilerde de yazdım ama bu çok da süreklilik taşımadı.)
Elbette Yerelde yazmanın da sorunları var ama ulusalda yazanlar gibi bu sorun, ‘taraf’ olmakla alakalı değil, ‘küçük yerde’, ‘düşünme kapasitesi’ ve çoğunlukla da ‘küçük hesapları olanlar arasında’ yazmakla doğrudan alakalıdır.
Ne ilginç, özgürlük nutku atan, hepimize gazetecilik ve yazarlık dersi vermeye çalışan, bol sıfırlı maaş alan, üstüne ihale peşinde koşanlara inat, ben daha özgür yazıyorum.
Elbette farklı gazetelerde, farklı sıkıntıları yaşayan birisiyim. Ayak oyunlarını da, üstten ve alttan baskıları da iyi bilirim.
Ama ‘ulusal’ diye tarif edilen gazetelerde, “beklenti” dışında kalem oynatılması mümkün değildir.
Muhalif diye bilinen bir yazar, iktidarın doğrusunu övemez. Yandaş diyen bilinen yazar da iktidarın yanlışını eleştiremez.
Kaleme aldıkları her yazıda, bütün değer yargılarını, doğru bildiklerini, güzel olan her şeyi ayaklar altına almakla kalmaz, zamanında sahip oldukları idealistlikten de eser kalmadığı için dönüp bakacakları bir yüzleri bile olmaz.
Hakkı’nın hakkını, Hakkı’ya teslim etmek, sadece bir yazarlık görevi değil, insanlık görevidir; bedeli ne olursa olsun