Aşiret yaşamının, kişiliğimize sinen olumsuz geleneklerinden kurtulduğumuzu söyleyemeyiz. Kendimizi yönetme, sorumluluğumuza ve haklarımıza sahip çıkma, güçbirliği yapma yerine, bunları başkalarına havale etmeyi akıllılık sayanlarımız az değildir.
Bizim adımıza elini taşın altına koymasını istediğimiz kişileri, ahmak yerine koyarken, kendi ahmaklığımızın bilincine varamayız. Böylece halk ağzındaki “armut piş, ağzıma düş” yaklaşımından hareketle, hazırcılığın olumsuzluğuna tutsak ederiz, kendimizi.
Çalışmadan, risk taşımadan kazanım elde etme nerede görülmüş ki? Her alanda olduğu gibi bireysel düşünür, bireyselliğin dar çemberini kıramayız bir türlü. Görünen o ki, bu dünyayı politikacılara, öbür dünyayı da şeyhlere havale alışkanlığımızın bir ölçüde hala sürüyor olması, sorumluluklarımıza doğrudan sahip çıkamadığımızı göstermez mi? Bu nedenlerle son zamanda iki yakamız bir araya gelmez oldu.
Armudu pişirenlerin, önce kendilerini düşüneceklerini neden akıl edemeyiz, hala anlamış değilim. Bu beklentilerin boşa çıkması karşısında, açarız ağzımızı, yumarız gözlerimizi, en ağır eleştirileri yönelterek, Donkişotça kahramanlık taslarız. Söylemlerimizle ilgili eylem geliştirmeye gelince, ortadan toz oluruz. Yine eylemi başkalarından bekleme olumsuzluğundan, hazırcılığından kurtulamayız. Nasrettin Hoca’ nın filini oynarız, hep. Arkasından eleştirdiğimiz, nice kişilerin önünde sus-pus oluruz. İki yüzlülüğün utancını duymadan, yine başkalarına havale ederiz, kendi öz savunma haklarımızı.
İşlerimizi yürütsün, bizleri yönetsin, haklarımızı korusun diye tepelere çıkardığımız, nice kurum ve kişileri sorgulama hakkımızı, toplumsallığın, demokrasinin kuralları ve yasal zeminler üzerinde kullanamadığımız da acı bir gerçektir.
Bu nedenlerle;
Evrensel dünyada seçeneği olmayan demokrasinin erdemlerini, yeterince kavrayıp, benimsediğimiz, özümsediğimiz ve gereklerini yaşama geçirdiğimizi de sanmıyorum. Bu konuda da yaklaşımlarımızın bireyselliği aşmadığını düşünüyorum.
Kendi sorumluluk, hak ve görevlerimizi havale ettiklerimize bakış açımızın, onların bize bakış açılarıyla örtüşmesi doğal değil mi? Aynaya nasıl bakarsak, kendimizi öyle görmez miyiz? Kendimiz için kendimizi zora koşmazken, başkalarının bizim için zora koşulmalarını istemeye hakkımız olur mu hiç? Önce kendimizi adam yerine koyamıyorsak, başkaları neden adam yerine koysunlar ki bizi.
Uygar toplum olmanın yolu, toplumsallığı gerçekleştirmeden geçer bence. Bireysellik, toplumsallığın çıkmazı olduğu sürece, sorunlarımız askıda kalmaz mı? Havalecilikteki beklentilerimiz boşa düşmez mi? Sonuçta ulusal sorunlarımız sahipsiz ve çözümsüz kalır, elbette. Bu olumsuzluğun faturası ise, topluma kesilir, her zaman. Bu gün yaşadığımız olumsuzluk bu. Düşünür, kendimizi sorgularsak, hem keli, hem de fodulu oynamaktan sıyrılır, kendimize geliriz sanırım.
Toplumsal hak ve görevlerimizin bilincine vardığımız, gereklerini yerine getirdiğimiz, bireysel onurumuzu, mutluluğumuzu ulus kavramının içine yerleştirmesini başardığımız zaman, sanırım havalecilikten de olumsuzluklarından da kurtuluruz.