Suyu bilmem ama soğukların bastırmasıyla birlikte şehrimin havasının tadı da tuzu da kaçtı. Güzel Şehrimin üzerinde yoğun kömür kokusu ve genizleri yakan pis bir hava tabakası oluştu.
“Hava kirliliğine doğal gaz da çare olmadı” diyeceğim ama dilim varmıyor. Doğal gaz kullanımının hızla artmasına rağmen bir türlü istenilen seviyelere çıkartılamadığı da elbette doğru ama kirliliğin tek başına sebebi elbette değil. Ya birde doğal gaz kullanılmasaydı diye düşündüğümde aklıma gelenler ise gerçekten tam bir felaket.
Özellikle rüzgârın etkili olmadığı günlerde görülen ve sınır değerleri hayli aşan hava kirliliği insan sağlığını tehdit edecek boyutlara ulaşıyor. Kalp ve diyabet hastası olan vatandaşların bırakın yürüyüş yapmalarını sokağa çıkmaları bile imkansızlaşıyor.
Bu kirliliğin nedenini Kahramanmaraş’ta Odun Kömür ticareti yapan bir dostuma sorduğumda; “ son yıllarda kömür satış izin belgelerinin kontrolsüzce verildiğini, bu nedenle kaçak kömürün de adeta yasallaştığını” söylüyor.
Geçmişte kalitesi düşük, evsel ısınmaya uygun olmayan kömürlerin sadece kaçak olarak satılabildiğini, son yıllarda ise bu kömürlerin alınan izin belgeleriyle yasal olarak satılmaya başladığı söyleniyor. Bu söylenenler doğruysa eğer yuh olsun sebep olanlara.
Kalitesiz kömür satanlara ve yakanlara kesinlikle müsaade edilmemeli. Memleketteki bunca sıkıntılara birde kirli havanın yol açtığı sıkıntılar eklenmemeli. Kimse; “Fakir fukara ne yapsın, doğalgaz kullanamıyorlar” diyerek duygu sömürüsü yapmamalı. Bu insanlara yapılan kömür yardımını yapanlar kaliteli kömür yardımı yapmalı ve Kahramanmaraş’ın hava kirliliğine mutlaka çözüm üretilmelidir.
Aşkı Kardelenden Öğrenmek
Özlemini çekiyorum, ah bir kar yağsa da her taraf bembeyaz bir örtüye bürünse. Hem de yaşanan hava kirliliğini ortadan kaldırsa. Kahramanmaraş Gazetesinden Patronum Bekir Doğan’a sözüm var; “kar yağdığı gün sulu tarlada mangal yapacağız.” Etler benden, pişirmesi Sayın Doğandan. Mangal ateşinde ısınarak tepeden beyazlara bürünmüş şehrimi seyredeceğiz.
Aman yanlış anlaşılmasın; özlemim et yemeğe değil, özlemim tüm çirkinlikleri örterek güzelliğe çeviren o doğa harikasına. Bereketin temsilcisi, büyüklerin; “kar senesi var senesi” diyerek kadrini kıymetini anlatmaya çalıştıkları muhteşem beyazlığa.
Ah bir kar yağsa diyorum; kirden kapkara kesilen ne varsa hepsini bembeyaz yapsa. Yalanı, dolanı, kini, nefreti, iftirayı ve gıybeti, alavereyi, dalavereyi bir süreliğine de olsa yok etse. Özlemini çektiğimiz kardelen çiçekleri açsa dağlarımızda. Kardelen çiçeğini görmeyen onun hikâyesini duymayan çocuğumuz kalmasa:
“ Kardelen çiçeği, güneşe âşık olur. Aslında güneşi hiç görmemiştir. Ama güneşin yakıcılığını bilir ve gördüğü an canından olacağının farkındadır. Buna rağmen güneşe olan aşk içinde öyle büyür öyle büyür ki artık dayanılmaz bir hal alır. Her gün Allah’a dua eder; ‘bana bir defacık olsun güneşi görmeyi nasip et Allah’ım’ diye gözyaşı döker. Kardelen çiçeği hiç görmediği güneşe olan aşkıyla yanıp tutuşur. Duaların kabul olunduğu bir saatte tüm içtenliğiyle ellerini kaldırır ve ; ‘Allah’ım ne olur güneşi görmem için bana izin ver’ diye dualar eder. Duası bu kez kabul edilmiştir. Ama kendisine son bir uyarı yapılmasına karar verilir ve “Ey kardelen bilmez misin ki sen narin bir çiçeksin ve güneşle karşılaştığın an canından olabilirsin. İyi düşündün mü?’ diye sorulur.
Kardelen bu soruya; “Bu aşk beni öyle büyüledi ki güneşi görmek için can atıyorum bana izin ver Allah’ım” diye cevap verince Kardelen’e güneşi görmesi için başını karların üstüne çıkartmasına izin verilir.
Beyaz karların içinden kafasını çıkarıp canından çok sevdiği aşkını/güneşi görür. Kendinden geçerek hayran hayran sevdiğini izlerken bilinen son gerçek olur. Sevgili Kardelen Çiçeği canından olur. Bir zamanlar konu aşk ve sevgi olunca herkes çocuklarına ve torunlarına Kardelenin Güneşe olan Aşkını anlatırmış ve ‘Kardelen kadar cesaretin yoksa sakın Âşık olma’ derlermiş. Ah bir kar yağsa belki o günlere geri döneriz. Ne dersiniz?