Çocukluğumda ve ilk gençlik yıllarımda aldığım eğitim, okuduğum kitaplar, dinlediğim büyüklerim, ders veren hocalarım, hayat tecrübesini paylaşan ideal olarak gördüğüm önemli şahsiyetlerin hepsinin ana öğretisi çok belliydi; doğruluk, dürüstlük, inanç, iman ve çalışma.
Tabi bunun alt başlıkları, yan kolları, dalları, budakları vardı.
Hepsi de “ideal” olarak bildiğimiz veya ideal olarak gösterilen şeylerdi.
Faraziydi belki.
Henüz uygulamada görmemiştik.
Bir mühendisin tahsil hayatı boyunca öğrendiği ama inşaat yapmadığı süreç gibiydi bizimki.
Bir mimarın, bir tasarımcının, bir doktorun, bir diş hekiminin, bir psikoloğun veya başka başka mesleklerin aldığı eğitim gibiydi bizim havada kalan uygulama tecrübesi.
İdealimiz vardı; hayalimiz büyüktü ve hepsi de hem zararsız hem de uygulanması halinde bütün bir millete fayda getirecek şeylerdi. Tıpkı bu yazıyı okuyan herkesin ‘güzel hayalleri’ gibi, ‘güzel idealleri’ gibiydi. Yani sizden, onlardan, diğerlerinden farklı değildi bizimki. Bir aile babası, bir eş, bir evlat, bir anne, bir baba veya bir akraba bile olsa fark etmez. Önemli olan sahip olduğun hayal ve taşıdığın idealin uygulama alanıdır.
Aldığımız eğitim farklı olabilir, hayat tecrübesini dinlediklerimiz farklı olabilir, okuduğumuz kitaplar farklı olabilir, mensubu bulunduğumuz siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, vakıflar, dernekler, cemaatler farklı olabilir.
Zaten önemli olan o farklar değildi; güzel hayaller ve güzel ideallere sahip olmaktı.
Hiç kimseye yaranma derdinde olmadan,
Hiç kimsenin dümen suyuna gitmeden,
Hiç kimseye şakşakçılık yapmadan,
Hiç kimseye bağımlı olmadan,
Hiç kimseye mecbur kalmadan..gerçekleştirilecek hayallerimiz vardı.
Henüz uygulamayı geçmemişti, henüz yetki almamıştık, henüz göreve başlamamıştık, henüz sorumluluk alanımıza giren konu veya kişi ya da makamlar yoktu.
Bir yeri veya bir kurumu ya da kişileri yönetme gibi bir uygulama alanı bulamadığımız için idealimiz çok temizdi, hayalimize henüz leke sürülmemişti. Belki bunu sadece ailede uygulama şansı bulmuş, hayalimiz gerçeğe dönmüş, ideal bir eş veya baba ya da anne olabilmiştik. Belki ideal bir evlat olmanın haklı gururuna sahiptik.
Belki de halen temiz hayaller ve temiz ideallerle donandığımız zamanlardı.
Arkadaşlarımız da öyleydi, çok uzun zaman, dostlarımız da.
Sonra bazıları yetki aldı.
Bazıları ideallerini gerçekleştirecek fırsata kavuştu.
Çok sevindik.
Birlikte hayal etmiştik; aynı idealler üzerine büyümüş, aynı ideallerle dolmuştuk ama ‘şanslı’ veya ‘yükü omuzlayan’ olarak biz değil, onlar vardı; ne mutluydu onlara veya Allah yardımcıları olsun, çok zor bir yükün altına girmişlerdi, biliyorduk.
Bunu kendimle ilgili olarak okursanız yanılırsınız...
Bu yazıyı kendimle ilgili olarak yazdığımı sanırsanız, benim bütün güzel hayallerimi ve ideallerimi de bir kez daha yıkmış olursunuz.
Bu yazı, her siyasi görüşten, her sivil toplum kuruluşuna mensup, her cemaat üyesi, her inançta olanlar için okunmalı.
Bu yazı, temiz hayali olan, henüz lekelenmemiş idealleri, çalınmamış hayalleri, yıkılmamış ümitleri olanlar içindir.
Ne sağ ne sol ne de orta yol için değil, herkes içindir.
Tıpkı ana sınıfından başlayarak, okuduğu üniversite veya birkaç fakülte de edindiği bütün tecrübe, aldığı bütün teorik eğitim, dinlediği bütün büyükler ve bütün küçükler, okuduğu bütün kitaplar, hatta seyrettiği bütün filmler, belki de izlediği her dizide aldığı dersi uygulamaya koyamamış herkes içindir.
Temiz olan bütün hayaller, yeşertilen bütün ümitler, sahip olunan bütün değerler, yüreği dolduran bütün idealler, uygulama alanı bulduğunda kendini gösterecektir.
Bir başka deyişle veya tek bir örnekle, dürüstlüğü, emaneti eline geçirdiğinde gösterme şansı yakalarsın. Belki de ufkunun ne kadar sonsuz olduğunu, herhangi bir göreve atandığında öğrenirsin.
Görevin küçüğü, büyüğü, irisi, miniği olmaz.
Bu köşeyi yazan da, bir dükkân işleten de, ülkeyi yöneten de uygulama şansını kendi alanında bulan demektir.
Temiz hayallerinizi ve temiz ideallerinizi görev aldığınız halde halen koruyorsanız, ne mutlu size, ne mutlu bize.
Aksinde ise ahlar bize, vahlar size…