Danışman pürtelaş içeriye girdi, nefes nefese kalmış, sırtından akan terler, pantolonunu bile ıslatmıştı. Başkan, garip garip danışmanına baktı ama vereceği ürkütücü haberden de çekiniyordu. Danışmanın hali de hiç iç açıcı değildi. Nedenini öğrenmek için sorması gerektiğini düşündü ama başkanlığı da ucuzlatmak istemiyordu, sadece baktı.
Bereket danışman konuşmaya başladı ama ne dediği anlaşılmıyordu. İşte şimdi başkanlık yapabilirdi; “otur hele, bir soluklan” diye kalkıp, yer gösterdi.
Oturacak zaman mı vardı, nefes almaya takati mi kalmıştı?
Mecburen oturdu danışman…
Başkan, masanın üstünde duran zile fiyakalı şekilde bastı.
Biraz sonra çok alımlı sekreter içeriye girdi, “buyurunuz efendim” dedi ama bunu şiir gibi söyledi, başkanın içi geçti.
Çabuk toparlandı, “kızım acele bir su ve çay” dedi. Sekreter hanım kızımız çıktı, biraz sonra da elinde bir bardak su, bir bardak da tavşan kanı çayla geri döndü.
Danışman bir dikişte bardağın dibini gördü, çaya tek çeker atıp karıştırdı. Bir yudum aldı ve söze başladı…
-Durum çok kötü başkanım, acilen bir açıklama yapmamız lazım, hemen yönetim kurulunu toplayın.
-Ne oldu, neden toplanacakmışız?
-Ben hepsini çağırdım zaten, toplantı odasında hazır bekliyorlar, zaman geçmesin, orada konuşalım…
Başkan, merak etmişti ya neyse danışmanına güveni tamdı, çok zeki bir çocuktu. Hatta kendisinden bile zekiydi.
***
Yönetim Kurulu üyeleri yuvarlak masanın etrafına yerlerini almış, gelen kahveleriyle birlikte purolarını tüttürüyor, bir yandan da sohbet ediyorlardı.
Sohbetin konusunun borsa, spekülasyon, cari açık, girdi maliyetleri ve işçilik gibi ödemeler olduğu anlaşılıyordu.
Başkan içeriye girince hepsi ayağa kalktı, başkan yerine geçti…
İlk sözü alan başkan, danışmanına doğru yönelerek; “Anlat bakalım, nedir bu acil durum?”
-Sevgili başkanım, değerli üyeler…
-Seremoniyi geç de konuya gel.
-Efendim Monamali’de darbe olmuş, halk tepki göstermiş, ordunun emriyle halka ateş açılmış, tam tamına beş bin kişi katledilmiş, olaylar sürüyor.
-Vah vah, yazık, dedi üyelerden birisi.
Başkan, “Peki ne yapacağız?” diye katliamdaki rollerinin ne olacağını sordu danışmanına…
-Acilen bir kınama yayınlamalıyız, hem de sert bir dille…
Üyenin birisi merakını gidermek için sordu; “Yahu bu Monamali nerede?”
-Çok uzakta efendim, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından daha da ileride.
-O zaman bizim alanımıza girmez.
-Ama orada da insan var.
-Bak bu doğru, insan, her yerde insandır ve hakları korunmalıdır.
-Aynen öyle efendim, zaten ben bu derneği de bu nedenle seviyorum.
-Teşekkür ederim.
Başkan konuşmalardan rahatsız olmuştu. Kendisi orada bostan korkuluğu değildi ya. Sinirlenerek; “Peki katliamı yapanın görüşü ne, sağcı mı, solcu mu, laik mi, Kemalist mi?”
-Sayın başkanım, orada Kemalistlik falan yok, sağcılık, solculuk da yok.
-Eee ne ya bunlar?
-İnsan!
-O zaman hemen bir açıklama yapalım, arkadaşlar metni birlikte hazırlayalım.
Deminden beri suskun olan kısa boylu şişman üye yerinden doğruldu, yönünü danışmana dönerek; “Monamalililer hangi ırktan, Türk mü, Kürt mü, Arap mı, Çerkez mi?”
-Yok efendim, bunların ırkı çok farklı, dünyada başka yok bunlardan Tamatatiler bunlar.
-O zaman açıklama yapmamıza gerek yok. Hani Türk olsalardı yapardık. Hem bunlar “Ne mutlu Türküm diyene” lafını duymamışlar mı?
-Üzgünüm efendim, duymamışlar!
-Arkadaşlar o zaman ne yapalım?
Danışman araya girer; “Arkadaşlar beş bin insandan bahsediyorum, çoluk, çocuk, genç, yaşlı ve hepsi de masum…”
-Peki, o zaman…
-Sayın başkan lütfen ama, daha bunların ırkları “kabul edilebilir ırklar” içerisinde bile değil. Bize ne Tamatatiler’den? Hem iktidar bu işe nasıl bakar, muhalefet ne der, Amerika’nın tavrını, İsrail’in nasıl baktığını, Rusya’nın tepkisini, İran’ın ne diyeceğini bilmiyoruz.
-Bak haklısın. Bu detaylar önemli. Sevgili danışmanım işini tam yap, herkesin olaya bakışını not al, sonra bize gel. Bizim de işimiz gücümüz var ama değil mi?
-Efendim, ilk açıklamayı biz yapacağız, bu ses getirir!
-Diyelim açıklama yaptık, bizim kanat bu işe ne der, ya bizden farklı bir açıklama yaparsa?
-Biz ırkına, inancına bakmadan demokratik tavrımızı ortaya koyacağız…
-Geç onu sevgili danışmanım, kendini çok kaptırmışsın. Ya bunların ülkesinde gerici bir yapılanma varsa, bak ordu gelip, aydınlatmış diye düşünecek durum ortaya çıkarsa…
-Beş bin insanı öldürerek, bayağı aydınlatılmış oldu sayın başkanım.
-Olmaz deme, biz kaç defa aydınlattık bu ülkeyi biliyor musun?
-Hatta başbakan bile astık sayın başkanım, haklısın.
-Elbette, o günden sonra ülkemiz modernleşti, laikleştik, Kemalist rejim daha fazla kök saldı.
Danışman içinden “Anamızı ağlatan da o kök salmaydı ya” diye geçirdi ya, söyleyemedi…
Başkan her şeye rağmen açıklama yapılmasından tarafmış gibi kendinden emin sesiyle konuşmaya başladı;
-Arkadaşlar, başkasının tavrını beklemeye çok da lüzum görmüyorum. Sonuçta bir insanlık dramı var. Zaten bizim açıklamamız, gidenleri geri getirmez..
-Diğer üye ayağa kalktı; “Arkadaşlar, öyle her katliamda zırt pırt açıklama yapamayız, bunların dini inancını da bilmiyoruz…”
-Efendim, onlar Müslüman!
Başkan elini sallayarak, “bu iş bitti” der gibi bir tavırla devam etti; “Bak olmadı şimdi, hani Hristiyan olsaydı, Yahudi olsaydı açıklamamız ses getirirdi ama Müslümanlarmış, olmadı ki…”
Olmadı zaten, kuru kuruya bir kınama bile yapmayı çok gördüler…
***
Müslüman’ın yerine başka bir din koyabilirdim…
Tamatilerin yerine başka ırk, kimlik…
Farklı mezhepleri de sayabilirdim…
Ama neyi sayarsam sayayayım “insan” kısmını atlayamam…
Hatta insan değil, hayvanlarsa bile “hayvan katliamına” insani tepki göstermek gerekip, gerekmediğini düşünecek insani bir yönün bulunması gerektiğini düşünürüm…
Ben düşünüyorum ama.. ama “ama” diye katliamları haklı, masum veya susma gerekçesi gören/gösterenlere de tahammül pek kolay olmuyor!
Tweetimden seçmeler
R4bia işaretiyle Mısır'da veya dünyanın her hangi köşesinde olan zulmü önleyemeyeceğimi biliyorum. Benimki zulme karşı çıkmak, hepsi bu!