Dünya ehlinin saygısızca “su” diye ifade ettiği nimete hazret-i su dememin en temel sebebi, “O öyle bir yaratıcıdır ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Ve Arş-ı su üzerinde idi” (Hûd-7) âyetidir.
Suyun ceddi ve Hacc’ın vecibelerinden olan Zemzem için “Yeryüzündeki en hayırlı sudur, her derde devadır ve ona bakmak ibadettir” diyen ve suyu mukaddes emanetlerden sayan ecdadımın sözleri, suya, hazret-i su diye hitap etmemin bir başka sebebidir.
SUYA HAZRET-İ SU DEMEDEN DOKUNMUYORUM ARTIK
Âşıkların gönülleri yanmasaydı, su olmazdı. Su, âşık demektir ki, onların gönüllerinin yanmasından dolayı dünyada su vardır. Gönül, suya benzetilir ki, “su gibi berrak olmalı gönül” denilir. Dolayısıyla su kana kana içilir.
Bu sebeptendir ki gönül, su gibi aslına olan muhabbetten dolayı âşıklar gibi çoşkunlaşır, cezbeye kapılır. Yunus Emre Hazretleri’nin kendi gönlüne seslendiği gibi: “Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın.”
Tasavvufta Marifet Kapısı’ nın sembolü su’dur. Gönül yolunda en sondan bir önceki mertebe olan Marifet Kapısı, hakikatına sâdık kalan insanın cevherinden dolayı su ile ifade edilir. Bu safha âriflere mahsusutur. Ârifler gibi bu yolda ilerleyen su gibi arı, duru olmak gerekir.
İnsan kendini bilirse su gibi sırrına kavuşur ve Hak ile bir olur. Suyun, Allah’ı zikrettiğini ve bundan dolayı mübarek olduğunu Yunus Emre Hazretleri’nin “Şol cennetin ırmakları / akar Allah deyu deyu” mısraları gönlüme yürüyünce idrak ettim.
Tasavvufta suyun, marifet, ilahî feyiz, vücut, kâmil nefis, küllî akıl, ruh-ı âzam ve en çok da âşığın karşılığı gibi mânalar taşıdığını öğrenince suya hazret-i su demeden dokunmuyorum artık.
SUYUN HAZRET-İ SU VASFINI HAİZ OLDUĞUNU ÖĞRENİNCE…
Suyun hazret-i su vasfını haiz mübarek bir nimet olduğunu, Müslüman şairlerin büyük atası Fuzûlî’nin, Efendimiz s.a.v.’e duyduğu muhabbeti dile getirdiği Su Kasidesi’ni Ali Yurtgezen hocanın yazdığı şerhten okuyunca anladım:
“Su Kasidesi’nden de hatırlanacağı gibi Peygamber Efendimiz ile ‘su’ arasında çokça müşâbehet (benzeme) kurulur. Su, bir inanışa göre kainatı meydana getiren ve ‘anasır-ı erbaa’ denilen dört unsurdan biridir. Divan şiirinde bazı peygamberler bu dört unsurla sembolize edilir. ‘Toprak’ Hz. Âdem’e, ‘ateş’ Hz. İbrahim’e, ‘hava’ Hz. İsa’ya, ‘su’ Hz. Muhammed (sav)’e işarettir. Allah ‘her şeyi sudan canlı kılmış’tır; Hz. Peygamber de kainatın sebeb-i hayatıdır. Su rahmettir; Hz. Peygamber de ‘âlemlere rahmet olarak gönderilmiş’tir. Su, maddî hayatın kaynağı, diriliğidir. Ruhun diriliği ve hayatiyeti ise ‘iman’ladır. Su, mecazen ‘ruhu diri kılan iman’ mânasına gelir. Hz. Peygamber Hatemü’l-Enbiya ve Allah’ın dininin tamamlayıcısı, imanın son tebliğcisidir. Su ‘secde’ hâlinde tasavvur edilir. Secde bu dünyada Allah’a yakınlığın en uç noktasıdır…”
Bundan böyle Su Kasidesi’ndeki beyitleri, Hz. Su’yun Efendimiz (s.a.v)’le benzeyişini kalbimde tutarak okuyorum:
“Gam güni etme dil-i bîmârdan tiğun diriğ / Hayrdur virmek karanluk gicede bîmâra su.”
Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin bakışlarını esirgeme. Karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.
“BAŞINI DAŞTAN DAŞA URUP GEZER ÂVÂRE SU”
“Hâk-i pâyine yetem der ömrledür muttasıl / Başını daştan daşa urup gezer âvâre su.”
Su ömür boyunca Efendimiz (s.a.v.)’in mübarek ayaklarının bastığı toprağa ulaşmak için dağları, ovaları ve vadileri aşk ü vecd ile, yâni başını taştan taşa vurup deli divâne gibi akıp durur.
“Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr / Dönmez ol dergâhtan ger ola pâre pâre su.”
SUYUN EFENDİMİZ S.A.V.’İN EŞİĞİNE VARMAK İSTEMESİ
Su her zerresiyle Efendimiz s.a.v.’in eşiğini nurlandırmak için başını taştan taşa vurup paramparça da olsa, Efendimiz s.a.v.’in mübarek ayaklarının bastığı yerlerden dönmek istemez.
“Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehli âleme / İktidâ kılmış tarik-i Ahmed-i Muhtâr'a su.”
Bütün insanlığa temiz yaratılışını berrak olarak gösteren su, Efendimiz s.a.v’in yoluna akmak sûretiyle temiz yaratılışının gereğini aşkla yerine getirmeye çalışır. Bir başka mânası ise, Efendimiz s.a.v.’in yolunda giden suyla, O’nun yolunda muhabbetle yürümesi gereken mü'min arasında benzerliğe işaret edilir. Suyun vasıflarından biri de berrak oluşudur. Dolayısıyla mü’minin gönlünün de su gibi berrak olması gerek.
SUYUN, RAVZA-İ MUTAHHARA’YA DOĞRU AKMASI
Bu beyitlerin mânasını öğrenince başladım hazret-i su’ya her dokunuşumda ta’zimde bulunmaya.
Fuzûli’nin beyitlerinde su alçak gönüllülüğün, meyledişin ve aşk yoluna sürüklenip gidişin sembolüdür ve kıyamete kadar Efendimiz s.a.v.’in mübarek kabri Ravza-i Mutahhara’ya doğru akmaktadır.
Veyl bana ki, bunca zaman cezbe hâlinde dinleyip kendimden geçtiğim Fuzûlî üstadımızın mısraından uyarlama yapılan “Sular başın vurur taştan taşlara el aman / Çağlar yârin adın çağırır ya gel Muhammed” türküsünde Efendimiz s.a.v.’e “el aman” deyip feryad eden suyun sevdasını geç fark ettim, ona yanarım.
“ŞİMDİ SEN SU OLDUĞUNU DÜŞÜN...”
Hazret-i su hakkında Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde söylediklerini okuyunca cezbeye kapıldım. İnsanın kemalâtı üstüne olan bu cümleler hazret-i su’yun vasfını ancak bu kadar mânalı anlatabilir. Fakiri affetsin; okuduğum satırlar bu âcizin dilinden mi sâdır oldu, diye benliğe kapıldım, hataya düştüm bir an. Yüreğimin üstünden geçen bu cümlelerin hülâsasını vecd içinde nakledebilirim ancak:
“Şimdi sen ‘su’ olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı ve su kadar çok, tükenmez... İnanıyorum ki gerçekten de öylesin. Sen, hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez... Ve su gibi hayat kaynağı olduğunu düşün. Ama su gibi yaşatıcı ol; sen bir su ol... Ama rahmet ol; âfet değil! Su isen tarlalarını basma insanların, yuvalarını yıkma, ocaklarını söndürme; Sana ‘felaket’ denmesin! Su isen bir bardağa sığabil ki; damarlara giresin!.. Su; yüce Tanrı’nın insanlar için yarattığı en büyük nimetlerden biri... Ve suya benzediğini unutma!”
“İNSAN SUYA BENZER; SU GİBİ, YÂNİ ASLIN GİBİ OL”
İnsan suya benzer. Necip Fâzıl’ın dediği gibi “İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya…” Su ve insanın mayası birdir. Suyum ben. Sen, ben o, biz, siz, onlar, bütün insanlık sudur. Su da insan gibi halden hâle girer; ırmak olur, göl olur, deniz olur. Öyle ki Müslüman inancında âhrete göçmenin hasreti içinde yananların ilk işi Cennet’teki Kevser Irmağı’ndan su içmektir.
Su, mütevazılığın ve cömertliğin adıdır. Allah tarafından gökten indirilen, ölü toprağa can veren su “aziz”dir. Bu sebeptendir ki Müslüman ecdâdımız, “Su gibi, yâni aslın gibi ol, gönderdiğim gibi bana dön” mânasına gelen “Su gibi aziz olun” demişler. Çünkü su azizdir de ondan. Su aziz olduğu içindir ki ayakta değil, çömelerek içilir. Su gibi aziz olmak kolay değildir. Dünya ehli olanlar Hakk’ın varlığını, “Din Günü” nü unutup, suyu hor kullandılar ve kirlettiler.
“SADAKANIN HAYIRLISI SUDUR”
Hz. Hüseyin'in Kerbelâ’da susuz can vermesi, Müslümanların yüreğinde derin bir su hassasiyeti doğmuş ve su ihtiyacını gidermek için kuyu açmak, çeşme, sebil yaptırmak büyük sevaplardan sayılmıştır. Ruhu olmayan modern zamanlarda “Hüseyin aşkına” su dağıtanlar kaldı mı?
Efendimiz s.a.v, mülkiyeti bir Yahudi’ye ait olan ve Müslümanların faydalanmaması için ağzına kilit vurulan Rûme Kuyusu’ nu satın alıp vakfedene Cennet’in vaad edildiğini ve sadakanın “Hangisi hayırlıdır?” sorusuna da “su” diye buyurmuşlardır. Rûme Kuyusu’nu satın alarak vakfeden Hazret-i Osman, Asr-ı Saadet’te kuyu açtıran, çeşme ve sebil yaptırıp vakfeden Müslümanların öncüsüdür.
“HZ. PEYGAMBER BİR ÂB-I HAYAT ÇEŞMESİDİR”
Hazret-i su’yun kadîm nâmı âb-ı hayat’tır. “İçenin ebedî hayata kavuşması, ölümden kurtulması, öldürülse bile tekrar dirilmesi, ihtiyarsa gençleşmesi, hastaysa iyileşmesi” gibi mânâsının yanında Kevsere benzetilir. Mü’min ise bunu içen kimsedir. Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber bir âb-ı hayat çeşmesidir. Ölü gönüller onun sözleriyle şifa ve ebedî hayat bulurlar” (Keşkül dergisi, 2010 güz sayısı).
Su öyle mübarek bir nimet ki, İslâm olmayanların dahi suya yükledikleri mânevî güce inanırım. Meselâ; Başkurt’lar da “Bir kız bir eve gelin gittiğinde kadınlar tarafından köy yakınlarındaki bir ırmak kenarına götürülür; su geline, gelin suya gösterilir. Gelinin süslerinden bir parça koparılarak suya atılır ki buna ‘Su gösterme’ denmektedir.”
“SU HAK DİZARIN (YÜZÜN) GÖRMİŞDÜR”
Dede Korkut Hikâyeleri’nde hazret-i su’ya gösterilen hürmeti her okuduğumda susuzluğa dayanamayan dimağıma ferahlık gelir ve cezbeye kapılırım. Evinin düşmanlarca yağmalanması üzerine Salur Kazan kâfir üzerine giderken önüne bir su gelir, “Su Hak dizarın (yüzünü) görmişdür, ben bu su ile haberleşeceğim” der. Bu ifadesiyle suyun “Tanrı’yı gördüğünü” ve kudsî bir varlık olduğunu zikreder, su’dan haber almak ister.
Bunun üzerine suya, “Çağnam çağnam kayalardan çıkan su / Büyük büyük ağaç gemileri oynatan su / Hasan ile Hüseyin’in hasreti su / Bağ ile bostanın ziyneti su /Ayşe ile Fatma’nın nikâhı su / Şahbaz atlar içtiği su / Ak koyunlar gelip çevresinde yattığı su” diyerek derdini döker ve karşısında kendini anlayan bir varlık varmış gibi “Karabaşum kurban olsun suyum sana /Kamın akan görklü suyun kurumasın” diye dua eder.
Maveraünnehir, yâni Seyhun (Sir-i Derya) ve Ceyhun (Âm-u Derya) nehirlerinin arasında yaşayan Türkler, “Arı ve kutlu ruhun makamı sayılan suya kudsiyet izafe eder, suda ölmeyi şeref sayar, suya gömüldükleri takdirde günahlardan arınacaklarına inanırlarmış. Dede Korkut’un elinde kopuzla Sir-i Derya üzerine serdiği bir seccadede ölümü beklediğine dair efsaneyi okuduğumu hatırlayınca hazret-i su’ya bir daha ta’zimde bulundum.
HAZRET-İ SU’YUN SESİ ŞİFADIR VE HÜZNÜ VARDIR
Hazret-i Su’yun sesi şifadır ve hüznü vardır. Bundandır ki su ile şifayab olmak isteyenler, suyun sesinden, akışından mülhem olan Uşşak ve Hüseynî makamıyla tedavi olmalıdırlar. İlki neş’e verererek, ikincisi vehbî, yâni ulvî hüzün vererek ruhu ve gönlü diri kılar.
Âlimlerden Mahir İz, dostlarına “Suyu sever misin?” diye sorar ve onlara su ikram edermiş. Hoşlandığı kişilerden bahsederken “Karakulak suyu kadar hafifü’r-ruh” (dünya kirinden arınmış, hafiflemiş ruh) diye atıfta bulunurmuş (Keşkül dergisi, 2010 güz sayısı).
“SU Kİ, BİZE BİZİ GÖSTEREN BİR AYNA…”
Mustafa Özçelik’in ifadeleriyle “Biz bir emanete tâlip olduk. Bir remiz olarak söylecek olursak testiyi emanet aldık, Suya testi olduk. Suyu aslını bozmadan ve testiyi kırmadan sahibine ulaştırmak durumundayız. Yunus Emre bize bunu söylüyor. Diyor ki; su, tabiatta Zât’ı (Yaratan) bize gösterecek, fehmettirecek tek imkânımızdır. (…) Bizi diri kılan ise can… Bunun dünyadaki karşılığı ise su… (…) İşte can gözüyle Zât’ı aksettiren aynaya, yâni suya bakıp sırrını söylüyor. Su ki, bize bizi gösteren bir ayna… Kendini görebilen ise Zât’ı görecektir…” (Keşkül dergisi, 2010 güz sayısı).
ÇEŞMELER İNSANA BENZER; ADI VE YÜZÜ VARDIR
Su ve çeşme arasında ünsiyet ve silsile birliği vardır. Su, insanların kana kana içmeleri için çeşme kalıbına girerek sevap kazanmaya çalışır. Çeşmeleri insana benzetirim; cömert ve hasbîdir. İnsan gibi başı ve gövdesi, adı ve yüzü vardır. Onun içidir ki çeşmeleri pek severim. Çeşmeden su içmek ne güzeldir. “Hazân vakti erişmeden / Ecel gelip yetişmeden / O çeşmeden bu çeşmeden / Kana kana içsem” demiş bestakâr-şairlerimiz. Modern vahşiler suyu kirletip tükettiği gibi çeşmeleri de bir bir yok ettiler.
Bugün modern kitlelerin çırpınışını ifade eden “Su hayattır” sloganı beyhude bir su arayışıdır. Suyun seciyesine hürmet etmediler çünkü. Bilmediler suyun mübarek bir emanet olduğunu. “Biz her şeyi sudan yarattık” diye buyuran Allah’ın âyetine bigâne kaldılar.
MODERN VAHŞİLER HAZRET-İ SU’YA İHÂNET ETTİLER
“Hiç içtiğiniz suyu düşündünüz mü? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Eğer dileseydik onu tuzlu ve acı bir su yapardık. Şu halde neden hâlâ şükretmiyorsunuz”(Vâkıa sûresi,70. âyet) buyruğunu unutan modern zaman insanları hazret-i su’ya ihânet etmişlerdir.
“Allah’ım! Sana olan sevgimi soğuk sudan üstün kıl” buyurarak suya ehemmiyet veren Efendimiz s.a.v.’in düsturlarını esas alan Osmanlı-İslâm medeniyetinin nâmından biri de “Su medeniyeti”ydi. Modern zaman idarecilerinin cehâleti yüzünden ondan geriye ne kaldı? (Habervaktim.com)