İktidar partilerinin en zorlandığı konuların başında, insanların kişisel hayatıyla ilgili yaptığı/yapacağı düzenlemeler yer alır. Eskiden bu daha kolaydı; “böyle olacak” denir, çok cılız ses yükselirdi. Bazen o da çıkmazdı. Artık, dünya eski dünya değil, insanlar eski insanlar değil. Şimdi devlet, kişilerin özel hayatına öyle kafasının estiği gibi karışma veya uzaktan yakından müdahale etme şansı çok kolay değil.
Bu sade bir bakış açısının değişmesinden öte bir şey; özgürlük algısı değişti, hak kavramına yüklenen anlamlar farklılaştı, insanlar, bütün dünyanın kendileri için yaratıldığının farkına vardı, devletlerin insana hizmet amacıyla kurulduğu öğrenildi.
Burada esas olan insandır, devletler, kurumlar, kuruluşlar değil. Çatışmanın esas nedeni bu ayrımın yapılmayıp, devletin hükmeden konuma yükseldiği zamanlardır. Karma öğrenci yurtlarında da bunu görüyoruz, cinsel tercihler konusunda atılan her adım, söylenen her sözde de…
İnsanlar, kendi tercihlerinde olabildiğince özgür olduklarını, sorumluluğun kendilerine ait olduğunu, devletin koruyup, gözetmesine ihtiyaçları olmadığını söylüyorlar.
Ancak hizmet söz konusu olduğunda ise devletin koruyup kollaması, yoksulu gözetmesi, işsize iş vermesi, açları doyurması isteniyor.
Aslında devlet, insanların daha iyi yaşaması adına “hizmetçi” görevi görendir, hükmeden değil.
Bu madalyonun bir tarafı elbet…
Olması gereken…
Bir de madalyonun diğer tarafı var…
***
Bu yazıyı çoğunlukla sosyal medyadan okuduğunuzu biliyorum. Bazıları kendime ait kişisel sitemden (naifkarabatak.net), bazıları sayısı 30’u bulan bir birinden kaliteli sitelerden, bazıları Radikal Blog’dan ve bazıları da Twitter veya Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinden okuyor.
7 yıl önce sosyal paylaşım siteleri yoktu…
10 yıl önce ise doğru dürüst yazılarımızı yayınlayacak web siteleri yoktu. Çok basit bir şekilde kendimiz site yapar, yazılarımızı yayınlardık…
Sanal ortam, gerçek hayatı çok değiştirdi.
Bunun elbet iyi yönü çok ama bir de kötü yönü var.
Şimdi devlet, sanal ortamla ilgili nasıl bir düzenleme getirirse getirsin kıyamet koparacak kadar tepki alır.
Tıpkı karma öğrenci yurtlarında olduğu gibi…
Ama gerçekten bir de işin sosyolojik, psikolojik ve sağlık yönleri var.
Ve bunların zararlarını bulup, söyleyen, tavsiyede bulunan alanında uzman kişiler, halkı bilinçlendirmeye çalışan STK’lar var.
İlk başta ve olmazsa olmaz şekilde bunu aileler yapmalı. Çünkü bunu devlet yaptığında “dayatma” oluyor, yansıması ceberutluk olarak algılanıyor veya öyle yansıtılıyor.
Mesela karma öğrenci yurtlarında yapılan bir taktik hatası, AK Partilileri zora soktuğu gibi; Doğru dürüst meseleyi anlayan da yok, yorumlayan da.
Oysa insana hizmet veren işletmelerin kayıt altına alınması, öğrenci pansiyonlarının Kredi Yurtlar Kurumu gibi kuruluşlarla dolaylı bir bağlantı sağlanması meseleyi çözerdi. Bu bağlantı tahakküm şeklinde değil, tıpkı dershaneler, özel okullar, kreşler gibi olmalıydı…
Ancak bir taktik hatası yapıldı ve herkes sanki devlet işi gücü bırakacak, “hey sen, kıza fazla yaklaşma” der gibi kadın ve erkeklerin arkasına hafiye takacak görüntüsü ortaya çıktı ve böyle bir şey yoktu…
***
Asıl sözü sosyal medyaya getireceğim…
Dün küçücük bir haber okudum. Kapladığı alan gerçekten küçüktü ama ihtiva ettiği mana çok büyüktü.
Hürriyet Gazetesinin haberine göre 7 yıl önce olmayan sosyal paylaşım siteleri, şimdi boşanmalarda beşte dörtlük bir orana ulaşmış durumda.
Bu korkunç bir rakam; her beş boşanmanın dördü, sosyal paylaşım sitelerinden kaynaklı kavga, döğüş veya kıskançlığın sonrası meydana geliyor.
Bir başka yönü daha var; gizliliğin kalmaması, mahremiyetin ortadan kalkması gibi.
Bu paylaşımlar geleceğimizi aydınlatabildiği gibi karartabiliyor da. Mesela Prof. Dr. Osman Özsoy, “Klavye başında yazdığınız her şey yarın iş başvurusu yaptığınızda karşınıza çıkacak. Sizi değerlendirecek kişiler tarafından okunacak, dedeleriniz, anneleriniz okuyacak.”
Hatta sadece bugün değil, belki onlarca yıl sonra çocuklarımız, torunlarımız okuyacak, bizim paylaşımımızdan bizi değerlendirecekler…
İşin daha kötüsü büyüklerin öğretici olmaktan çıkması. Çünkü Özsoy’a göre 7 bin profesör halen internete giremiyor ama henüz ilkokula başlamamış yavrularımız sosyal paylaşım sitelerinde cirit atıyor ve çoğunlukla da sahte isimlerle, sahte profillerle ve sahte resimlerle…
Daha kötüsü sosyal paylaşım siteleri nedeniyle hem cinselliği öğrenme, hem cinsel ilişkide bulunma yaşının çok aşağılara düşmesi. Mesela kızlarda cinsel ilişki yaşı 9 yaşına kadar düşmüş. Şimdi okullara “cinsel eğitim gelsin” desem, bu defa farklı kesimden tepki alırım, biliyorum ama artık bu gelmeli.
Ve bir başka sonuncu; “Eskiden insanları takip etmek için adamlar takıyorlardı peşlerine. Şimdi direk ulaşılabiliyor.”
Devlet kişisel hayatımızı kontrol ediyor, yaşam tarzımıza müdahalede bulunuyor, şöyle oluyor, böyle oluyor.. gibi yakınmalardan önce, “bize ulaşmak” ve “bizimle ilgili bilgi edinmek” isteyen “kötü niyetliler”e kozu kendi elimizle, kendi klavyemizle, kendi kameramız ve fotoğraf makinamızla veren de biziz…
Aslında bize “Hey sen, kıza/erkeğe fazla yaklaşma” diyen devlet değil, bizi gözetleyenlerdir…
Hatta duygusallık da sanallaştı, çalıntı şiirlerle, kopyalayıp yapıştırılan başkasına ait duygularla aşkını ilan, bir süre sonra gayet tasarruflu şekilde noktalayan da biziz: Aşkmz bitti cnm. Bye! :)
Tweetimden seçmeler
Her türlü taassup, olayları algılamanıza ve doğru bir değerlendirme yapmanıza engeldir. İdeolojik saplantı da varsa gözleriniz işe yaramaz!