Son günlerde özellikle ulusal medyanın birinci konumunu “asker” işgal ediyor. Askerle yatırıp askerle kaldırıyorlar milleti, tabiri caizse. Genelkurmay Başkanı istifa etti ya… (Diğerlerini, emeklilikleri zaten geldiği için saymıyorum.)
Tam gelişmiş ve tam demokrasinin yaşandığı ülkelerde olsa, sıradan bir memur ataması gibi yaşanır giderdi bütün bunlar.
Ama burası askerler tarafından kurulan bir cumhuriyet olunca ve yaşanan darbelerle her defasında tazelenen “askeri tahakküm”ü de göz önünde bulunduracak olursak, belli kesimler tarafından estirilen fırtınaları “normal” karşılayabiliriz.
Herkes bir şeyler söylüyor: Ordunun, “imamın ordusu” (Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ima ederek) olduğunu söyleyende var, aslına dönüp “Peygamber Ocağı” olduğunu söyleyende…
Tam demokrasiye doğru dört nala ilerlediğimizi söyleyenleri de unutmayalım bu arada.
***
Bana sorarsanız, ben halihazırdaki Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun fikir yapısı olarak (istisnalar hariç) dinle-diyanetle, Allah’la-Kur’anla, “Peygamber Ocağı”yla uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığını düşünenlerdenim. Beni bu düşünceye sevk eden hadiseleri her gün, hep birlikte yaşadığımız için, anlatma gereği duymuyorum.
Ama bir taraftan da ordunun artık aslına, yani “Peygamber Ocağı”na dönme vaktinin çoktan geldiğine; Kemalizm’in ömrünü doldurduğuna inananlardanım.
***
Fikrimi belirttikten sonra, ben de asker ocağında yaşadığım ve ordu-din ilişkisini çok yakından ilgilendiren, ordudaki zihniyetin dine bakışını gözler önüne seren ve yazımın başlığına da konu olan bir iki hadiseyi paylaşmak istiyorum:
Askerliğimi muhabere çavuşu olarak Diyarbakır’da yaptım. Bir bölük astsubayımız vardı. Hüsamettin Başçavuş.. (soyadı bende kalsın) Kendisi Sivas’ın “Kızılbaş Alevi”lerinden… (Demokrat ve inançlara saygılı tüm Alevilerin önünde saygıyla eğiliyorum.)
Hüso?
Hüso “alikıran baş kesen”…
Öyle ki, bir er koca askerliği bitirir de, teskereye giderken “bölük astsubayı” olan Hüso’ya silahını nasıl teslim edeceğini kara kara düşünürdü!
Saatlerce bölüğün koridorlarında telefonla konuşurdu. Karşıdaki kim derseniz?
Dostu! (sevgilisi, metresi ne derseniz işte!)
Bir asteğmenimiz vardı. O’nu da takmazdı Hüso...
Bizimde bir devre arkadaşımız vardı. İzmirli bir çocuk, Mehmet Sabancı adında. O’nun, yani Hüso’nun postasıydı.
Bir arabası vardı, bizim Mehmet Çavuş her gün yıkar, her gün pasta-cila çekerdi. Mehmet Çavuş’un işi gücü Hüso’nun arabası!…
Mübarek Ramazan ayı geldi çattı. Askerde de olsa malum, ibadet ibadettir. Bölüğün çoğu oruç ibadetini yerine getiriyor. Hüso’nun postası da oruç, bizim tertip..
Hüso bir gün Mehmet’e sormuş: “Oruç tutuyor musun?” diye. Mehmet’te “evet” deyince: “Ebesini …ğim, salak, cennete mi gideceksin lan.. Ne boşu boşuna aç kalıyorsun” diye basmış fırçayı.
***
Yine aylardan Ramazan.. İftar saati, oruçlarımızı açacağız. Bir çavuş arkadaş yemek duası yaptırıyor. “Allah’ımıza hamdolsun, milletimiz varolsun.”
Doğrusu, yani “Peygamber Ocağı” dedikleri askerlikte “Tanrımıza hamdolsun, milletimiz varolsun.” ya..
O sırada yemekhaneye yakın bir yerde olan Hüsamettin Başçavuş bunu duymuş. Aradan da epey zaman geçtiği halde unutmamış, şerefli ordumuzun kutsal mensubu Hüso…
Bayramlaşma töreninde sordu hesabını!
O kadar arkadaşımızın, rütbelilerin önünde, üstelik Ramazan Bayramı’nda, yemek duasını “Tanrımıza” değil de, “Allah’ımıza hamdolsun” diye yaptırdığı için o çavuşun asıldı kulağına, bastı fırçayı.
***
Günlerden Cuma. Askerlikte “bakım” günümüzdü bizim, Cuma günleri. Dolap araması, silah bakımı, don bakımı, bilmem ne bakımı.. Bakımoğlu bakım işte.
Hüso bir arkadaşımızın dolabında mermi bulur. O arkadaşımızda çok meraklıydı böylesi şeylere. Adının bölükte “mühimmatçı”ya çıkması boşuna değil.
Neyse, almış mermileri getirdi herkesin huzuruna. “Çıksın” dedi “falanca dolabın sahibi öne!”
Çıktı bizim mühimmatçı Ziya.
Tekme-tokat, sille-tepik…
Yetmedi. İnmedi Hüso’nun hırsı!
“Sıyır pantolonunu.. Domal lan, tek tek sokacak sana bu mermileri..”
Bölük şaşkın.. “Şaka yapıyor herhalde” diyoruz.
“Hadi lan.. domalsana…” Bir daha.. bir daha..
Hakaretler, küfürler havada uçuşuyor! Bizim Ziya baktı iş ciddi.. Yavaş yavaş palaskasının çözmeye başladı garibim.
Rütbeliler bir birinin gözüne bakıyor. O sırada bir tek asteğmenimiz var, Hüso’dan daha yüksek rütbede.. Artık, adam baktı olmayacak, Hüso ısrarcı, Ziya’da hazırlanıyor!
Çekine çekine de olsa: “Hüsamettin Başçavuşum ne yapıyorsun” dedi de, bizim Mühimmatçı Ziya indirmeye başladığı pantolonunu çekti geri!
***
Hüsamettin Başçavuş şimdiye çoktan emekli olmuştur. Kim bilir, belki de ölmüştür bile.
Ama Allah, hiçbir askerimizi Hüsamettin Başçavuş gibi bir rütbeli ile çarşılaştırmasın. Hüso gibilere ne askerlikte, ne de sivilde fırsat vermesin. Gerçi bu gidişle askerlik ocağının yakın gelecekte gerçek manasını bulacağına, “Peygamber Ocağı”na döneceğine Türk Milleti olarak kaniyiz.
***
Ramazanınız mübarek olsun. Allah (cc) kolaylık versin ve oruçlarınızı kabul etsin.
Sevgiyle kalın.