2006’dan bu tarafa süren bu davadan herkes bıktı artık.
Kısaca özetleyecek olursak;
İl Genel Meclisi kararıyla bir firmaya su veriliyor. Ilıca Belediyesi ve Ilıca halkı da su rezervlerinin yetersiz olduğu gerekçesiyle buna karşı çıkıyor. (Yaz aylarında pompaların havada kalıp sık sık yanmasının sebebi hikmeti su seviyesinin düşmesi değildir de nedir?) Zamanın belediye başkanı Aslan Kaçmaz hukuki yollara baş vurarak olayı mahkemeye taşıyor. Bölge mahkemesi Ilıca Belediye’sini haklı bularak İl Genel Meclisi’nin kararını durduruyor. (11.05.2008) İl Özel İdaresi bu kararı Danıştay’a götürüyor. Danıştay tekrar incelenmesi için davayı bölge mahkemesine geri gönderiyor. Ancak bölge mahkemesi aynı yönde karar veriyor. Bunun üzerine İl Özel İdaresi bir kez daha Danıştay’a başvuruyor. Kararı bir kez daha inceleyen Danıştay, bölge mahkemesinin kararını doğru buluyor ve İl Özel İdaresinin kararın bozulması istemini REDDEDİYOR. (11.12.2010) Bu arada firma suyu kullanamaya devam ediyor. Danıştay’ın son kararına rağmen(!!) kamuoyu baskısıyla su ancak kesiliyor.
Son ve kesinleşmiş karara rağmen kendilerini Danıştay’dan üstün gören bazı “yetki sahipleri” pes etmiyorlar. Hukukun arkasını dolanmanın, hukuku katletmenin en akla gelmeyen yollarını denemeye devam ediyorlar.
Ve iddialar odur ki; (Mehmet Sağlam vasıtasıyla Vali) İl encümeninde yeniden bir karar alınır ve yine iddialara göre ihaleye çıkarılır.
Nasıl bir ihaleyse artık? Ne zaman çıkarıldı, hangi gazeteye ilan verildi bilen, gören yok!!
“Uğanda usulü”, gelişen demokrasimize inat yapılan ihaleyi, kazanması gereken firma kazanır tabi. Ve bir memurun eline resmi belge tutuşturulur, yanına da iki jandarma katılıp, “oğlum git şu otele suyu tut..”
***
Bir kez daha özel firmanın vanaları açılıyor nitekim.
“Yetti gâri” diyen Ilıcalılar’da toplanıp, Ak Parti’nin kapısına dayanıyorlar. Aslında Ilıcalılar’ın Sayın Fatih Erkoç’un yanına ikinci gelişleri bu. Daha öncede toplu halde gelip il başkanına durumu anlatmışlar ve kararın arkasındaki “siyasi desteğin” hesabını sormuşlardı.
Ama anlaşılıyor ki, “tamam halledeceğim” dese de oralı olmamış, olmak istememiş, Sayın Erkoç. Veyahut kendini aşmış!
O gün, yani Ilıcalılar’ın partiye yürüdükleri gün, çok “vahim iddialar” dile getirildi. Hele biri vardı ki, suyun koskoca Danıştay’ın kararına rağmen neden halen akıtıldığının fotoğrafı gibiydi!
Şehrimizdeki önemli bir bürokrat diyesi ki; “Ilıca’nın vatandaşı da olsa, ileri gelenleri de olsa, ….ünü hasıra da sürtse, yara da etse bu su verilecek. Bu Ilıcalılar’ın kesesine kalacak.”
Eğer bu iddia doğruysa, ben bir şey söylemiyorum. Sayın Fatih Erkoç zaten o zatın hak ettiği sıfatları fazlasıyla söyledi. Dedi ki; “Onu söyleyen şerefsizdir, adidir, münafıktır, namussuzdur. Böyle bir şey nasıl olur? Kim böyle bir şey söyleyebilir? Onu söyleyenin gözünü oyarız.”
Oh, diline sağlık!.. Gözünü de oy!..
İşin gırgırı bir tarafa, eğer bu “iddia” doğruysa, bunun hesabını sormak siyasi iradenin Kahramanmaraş’taki temsilcilerine düşer!! Şanlarına şereflerine…
Diğer taraftan firma sahibinin yaptığı harcamalar ve o harcamalara bağlı olarak ortaya çıkan bir mağduriyetin bulunduğunu söyleyenler de haksız değiller!
Ortada bir “mağduriyet” varsa (ki, vardır) elbette giderilmelidir.
Ama bu mağduriyetin suçluları Ilıcalılar değildir sanırım. O konu, gerekli araştırmayı yapmadan, olmayan suyu verenlerle firma sahibi arasında artık!
Bir “vebal” varsa günahını işleyen çeksin, neden Ilıcalılar çeksin ki?
***
Başa dönecek ve o günkü il başkanlığı toplantı salonunda konuşulanları toparlayacak olursak;
Kapsamlı ve tarafsız, noter nezaretinde bir araştırma yapılsın. Su varsa çıkarılsın. Önce mevcut tesisleri besleyecek şekilde, sonra halka açık yeni bir kaplıca tesisi daha yapılsın (Bu, özel idarenin ihaleye çıkardığı proje de olabilir.) oraya da su verilsin. Daha da artarsa söz konusu firma da alsın isteyen başkası da…
Herkes buna razı!
Ama bütün bunlar olana kadar da Danıştay’ın kararı uygulansın.
***
Gelelim o günkü olay karşısında değerli basın kuruluşlarımızın gösterdiği tavıra:
Başta şehrimizin tek televizyon kanalı olmak üzere, gazete muhabirleri ve internet sitesi sahipleri arandı. Dendi ki “Sayın basın kuruluşumuz; böyle bir durum var ve 200’den fazla kişi kalkmış ta Ilıca’dan partiye gelmiş. Ortam gergin, her an her şey olabilir. Lütfen buyurun gelin bu insanların sesini duyurun.”
“Tamam” dendi, “bakalım” dendi, fakat bir gazeteci arkadaş dışında ne gelen oldu ne giden. “Olsun” dedik, resim çektik, kayıt yaptık, bir çok gazete ve internet sitesine gönderdik. Ama birkaç site dışında yayınlayanı görmedim ben. Yayınlayanlara Ilıcalılar adına şükranlarımı sunarım.
Yayınlamayanlara gelince;
Böylesi olayların kamuoyuna yansımasında ve çözülmesinde en önemli etken basındır. Şayet bir “art niyet” ve “taraf olma” söz konusu değilse, kayıtsız kalan değerli arkadaşlarımız bu meseleyi haber yapmadıklarına göre demek ki, orta hal esnafının durumu kadar, örneğin bir İskender Pala’nın konferansı kadar, bir vekil adayının bir esnafla tokalaşması kadar, bir marketin kampanyası kadar, bir kitap yayınlanması kadar haber değeri görmediler!
Elbette yayınlayıp yayınlamamak kendi tasarruflarında.
Ama bu işin bir de vicdanî tarafı var. Unutmamak gerekir.
Bilmem anlatabildim mi?
***
Sevgiyle kalın.