“İhlâs ile ilm öğrenecek halka imâm ol
Tevhîd diyerekeche - i maksûda bekâm ol
İhmâli bırak, vecd ile câmîye müdâm ol
'Allâha güven, sa'ye sarıl, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol!” diyen şair ne güzelde ifade eder, çıkış yolunu. Öyleyse başlayalım yazımıza
Endülüs’ten Osmanlıya aleme adalet dağıtan Müslümanlar maalesef Kuran’ın o nurlu yolundan uzaklaştıkça, önce durakladık, sonra geriledik. İşte bu nedenle Renan: “Şimdi bu kadar alçalan(gerileyen) bu Müslüman medeniyeti vaktiyle pek parlaktı; bilginleri, filozofları vardı; Hıristiyan Batı’yı asırlarca hükmü altında tuttu. Eskiden olan bir şey neden yeniden olmasın?” şeklinde dile getirdiği bu yaklaşımın da boş bir hayal ve geçersiz bir kanaat olduğunu ispata çalışır. Bunun için: “İşte benim tartışmayı üzerine çekmek istediğim nokta da tam burasıdır. Gerçekten bir İslam bilimi veya hiç olmazsa, İslamlık tarafından kabul edilmiş, hoş görülmüş bir bilim var mıdır?” sorusunu sorar (Renan, 1946: 185-186). Verilen cevap elbette ki menfidir. Zira ona göre Müslümanların gurur duyduğu tarihî başarılar İslam’dan kaynaklanmamış, bilakis İslam’ın baskı ve engellemelerine rağmen gerçekleşmiştir (Renan, 1946: 201).(Yani bu cehalet değilse, tamamen küfrün bakışı denilebilir)
Öyle görülüyor ki Renan Müslüman aydınların tasvir ettiği gibi parlak bir geçmişin varlığını reddetmemekte, 775 yılından 13. yüzyılın ortalarına kadar İslam dünyasında pek seçkin bilginler ve düşünürlerin yetiştiğini, hatta bu süre zarfında İslam âleminin fikrî kültür bakımından Hıristiyanlık âlemine üstün olduğunu kabul etmekte…
İSLAM GELİŞMEYE ENGEL OLAMAZ
Renan, konuşmasının asıl mihveri ve vurgusu olan İslam’ın bilime, düşünceye ve terakkiye mâni olduğu iddiası için kendince daha başka ikna edici deliller de sunar. Ona göre İslamiyet’in güçlü olmadığı ilk devrede Müslümanlara rağmen vücut bulan İslam bilim ve felsefesi, ikinci devrede İslam’ın nüfuzunun güçlenmesiyle akide tarafından boğulmuştur. Ancak ithamlar bunlarla sınırlı kalmaz, mutaassıp dindar ve ateşli iman sahibi olan Müslümanlar bir de “dinî terör” (la terreur) ve “şiddet” uygulamakla suçlanırlar. (Bakınız bu zihniyet bugünde dip diri ki, yarın çağımızın Renanlarından da örnekler vereceğim) Böylece soğuk savaş döneminin bitmesinin ardından kaynakların ve ticaret yollarının denetimi bakımından tekrar rekabetin ve çatışmanın merkezi haline gelen İslam dünyasının bir bütün olarak terör ve şiddet girdabına yakalanması üzerine Batı’da yükselen günümüz İslamî terör ya da radikal İslam söylemlerinin muhtemelen ilk fikrî temelleri atılmış olur (İbanoğlu, 2019: 79).
GELELİM GÜNÜMÜZ İSLAM DÜŞMANLARINA
Prof. Hayretten Karaman bu ayın başında harika bir yazı kaleme aldı. O anlatıyor: “Bu yılın şubat ayında, üç hafta süren bir hastalıktan sonra inşallah Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olan Muhammed İmara, Batılı kaynaklara dayanarak Batı’nın, çıkarları için terörü nasıl istismar ettiklerini örnekler vererek açıklıyor.
M. İmâra’nın hayatını uzun uzuna anlatan Karaman o mübarek insanın “Amerika Terminolojisinde Terörün Mânâsı” makalesinden çeviri yapmış. Müslümanların, çağımızda da İslam düşmanlarının bakış açılarını anlamamız açısından bu bilgiler önem arz ediyor.
Daha önceki Amerika Başkanı Bush, 11 Eylül 2001 olayının akabinde teröre karşı savaş ilan eden ilk başkandır, lakin bu terörün ne olduğuna dair bir açıklama, bir tanımlama yoktur. Bu savaşı kutsal haçlı savaşı olarak tanımlamış, Afganistan ve Irak’a savaş açmıştır. Amerika’ya ait tanıklıklar şunu ortaya koymuştur: Terörden maksat İslam’dır; Batı modernizmini, Batı laisizmini ve özellikle de Batı değerler sistemini kabul etmeyen İslam’dır. Francis Fukuyama, Newsweek’te (Aralık 2001-Şubat 2002) şunu yazmıştır:
Şu anda cereyan eden çatışma basitçe teröre karşı değildir; köktenci İslam inancına karşıdır. Bu inanç, Batı modernizmine karşıdır ve laik devlete karşıdır. Bu köktenci ideoloji, esas itibariyle komünizmden daha tehlikelidir. İstenen İslam’ın içinde bir savaştır ve İslam, Batı modernizmini, Batı laisizmini ve şu Hristiyanlık ilkesini kabul edinceye kadar sürecektir: “Kayser’e ait olanı Kayser’e, Allah’a ait olanı da Allah’a bırak”.
(Devam edecek)