Köklü değişimler için güçlü kadrolara ihtiyaç vardı. Yapılması planlanan değişimlerin, fikri zemini sağlam atılmalıdır. Yaklaşık olarak dört asırdır değişim ve toparlanma mücadelesi adı altında bir bumerangın içerisinde dönüp duruyoruz. Oysa Batıda, Rönesans ve Reform denilince belirli tarih aralığında yaşanan değişimi ifade eder ve Rönesans ve Reform’un sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koyabiliriz. Oysa bizde durum maalesef böyle değildir. Hemen her dönemde ıslahat, reform, değişim gibi kulağa hoş gelen ifadeleri kullanmışız. Lakin bir türlü istenilen ıslahatlar yapılamamış, reformlar gerçekleştirilememiştir.
Bazı ıslahatlar, halkın isteklerini ve coğrafyanın gerçeklerini göz ardı ettiği için başarılı olamamıştır. Bazı reformlar, fikri alt yapısı hazırlanmadan yapılmaya çalışıldığı için hedeflenen başarıyı getirmemiştir. Değişim adına yapılan çalışmaların bir kısmı ise çıkar çevrelerinin çıkarlarına ters olduğu için henüz doğmadan öldürülmüştür.
Değişimin, doğal sürece bırakılmaması, aceleyle atılan adımlar, şahsa bağlılık gibi nedenlerden dolayı sistemleşmemesi, yapılan çalışmaların uzun ömürlü olmasını engellemiştir. 16. Yüzyılın sonlarından günümüze kadar süre gelen reform çalışmalarının başarısızlıkla sonuçlanmış olmasının sebeplerini ve sonuçlarını uzun uzadıya yazabiliriz lakin bir ilki gerçekleştirmiş olmayız.
Dünde yapılan hatalar bugünlerde verilen hesapların sebebidir. Yarın evlatlarımızın ve torunlarımızın benzer sorunları yaşamaması için on düşünüp bir adım atmak zorundayız. Atılan her adımın fikri alt yapısı oluşturulmalıdır. Liyakat sahibi kadrolar, işlerin yürütülmesinden sorumlu olmalıdır. Vatan, bayrak, millet gibi milli ve manevi değerlerle birlikte, hak, adalet, özgürlük, vatandaşlık, kardeşlik gibi insani değerlerin birlikte yoğrulmadığı hiçbir sistemin uzun ömürlü olmayacağı kesindir. Bu kavramların içi boşaltılmış halde dillerde pelesenk olmasının bir önemi yoktur. Asıl olan uygulamada bu kavramların temel alınmasıdır. Aksi halde yapılan tüm reformların ömrü küçük bir sarsıntıya ya da rüzgâra dayanamaz, kökten yıkılır ve daha öncekiler gibi tarihinin çöplüğünde yerini alır.
Hızla değişen dünya düzeninde kıtaların geçiş noktası konumundaki bir coğrafyada var olabilmek, güçlü olabilmek ve her türlü saldırıya karşı ayakta kalabilmek için tek yol, insanı ve insani değerleri temel edinen bir sistem kurmaktan geçer. Hamasete dayalı, günübirlik siyasete yönelik söylem ve yaklaşımlar uzun vadede başarı getirmediği gibi en kusursuz sistemi dahi çalışmaz hale getirir.
Özetlemek gerekirse, dini değerlerden önce insani değerler ele alınmalı ve işlenmelidir. Yeniliğin, değişimin önünde engel oluşturan sülük ve parazitlerden behemehâl kurtulunmalıdır. Şahsi menfaatlere milli menfaatler kurban edilmemeli, hiçbir kurum, kuruluş ya da şahıs kendini oluşturulacak millet öncelikli değerler sisteminin üzerinde görmemeli, görmesine fırsat verilmemelidir. Türk halkı, 16 Nisan itibariyle yeni sistemin inşası için bir karar vermiş ve icracı konumunda olanlara gereken yasal düzenleme yetkisini sunmuştur. Bundan sonrası icra mevkiinde olanların sorumluluğunda ve yükümlüğündedir. Atılacak adımlar, daha önceki ıslahat ve reform hareketleri gibi sözde mi kalacaktır yoksa çocuklarımızı ve torunlarımızı dört asırdır beklenen huzura ve barışa mı ulaştıracaktır bunu hep birlikte göreceğiz. Devrin tanığı olarak, fikri alt yapının zayıflığı ve liyakat konusundaki zafiyeti, şahsi menfaatlerini milli menfaatlerin önünde tutan grupları görüyor ve sistem değişikliğini yapmak ve uygulamakla görevli olan insanların talihsizliğine üzülüyorum, Allah yardımcıları olsun. Diğer taraftan da milletimizde olduğu gibi tüm dünyada Anadolu’da başlaması beklenen, insanı öze alan, değişimin yaşanmasını da umutla bekliyorum.