Tarihten bugüne ırkçılık denildiğinde ilk akla gelenin Hitler olması aslında tesadüf değil. Hâlbuki Hitler’den önce de, sonra da “kafatasçı” sayılan ırkçılığın doruğa ulaştığı yer ve zamanlar var ama Hitler bir başka…
Ülkemizde çoğunlukla milliyetçilikle ırkçılık bir birine karıştırılıyor. Vatanını ve milletini seven herkese ırkçı diyen olduğu gibi, ırkçıların vatanını ve milletini seviyor görüntüsü kafaları karıştırmaya yetiyor.
Daha düne kadar kapı komşusuyla hiçbir sorunu olmayanlar, ortaya çıkan ırkçılık tartışmalarıyla bakışını değiştirebiliyor.
Gündeme inanç geldiğinde komşusunun veya en iyi dostunun inancı, mezhebi sorgulanmaya başlıyor.
Herhangi bir ilde olan olumsuz olay, o ilde doğmuş olanları kötü yönde etkilemeye yetiyor, bir anda hedefe oturtulan koca bir kentli görebiliyoruz.
Doğu ve Güneydoğulu insanlara “Kürt” diye “aşağılayıcı” bir şekilde bakanlara karşın, “Kürt” olmanın ayrıcalık olduğunu düşünen ırkçılar da ortaya çıkmaya başladı.
Belki de “etki tepkiyi doğurur” sözü bir kez daha doğruluğunu ortaya koydu. Türkler, kendilerinin “en üstün ırk” olduğunu söylemeye başlayınca Kürtlerden de aynısını tekrarlayan çıktı, bu farklı ırklarla sürüp gitti.
Oysa her kesim de biliyordu ki, üstün olan ırk değil, sahip olduğu değerler, birikimi, insani ilişkileri, merhamet duygusu, bilgisi, kültürü vs. gibi “kazanımlar”dı…
Ama ırkçılığın temeli de kazanımlarda değil, ait olduğu yerdi.
Tıpkı Nazilerin üstünlüğü(!) gibi…
***
Dün, Nazi Almanyası’na ait deneylerin fotoğrafları ortaya çıktı. Hitler’n “Üstün Irk”ı elde etmek için yaptırdığı bu deneylerde Polonya’dan kaçırılan çocukların ten rengi ultraviyole ışınlarıyla sarartıldığını öğrendik.
O çocuklar şanslı elbet.
Ten rengi sarı olsa da hayatta kalabilmenin bir yoluna rastlamışlardı.
Hitler, “engelli” istemeyenlerdendi. Çünkü “üstün ırkta” engelli olmazdı. Bu nedenle engelli olanları katletmekten imtina etmemişti.
Yahudileri gaz odalarında yakmıştı.
Sadece Yahudiler değildi elbet.
Onun tek odaklandığı konu “üstün ırk”tı.
Sorunsuz, kendisine yürekten bağlı, itiraz etmeyen, hepsi bir birine benzeyen “yakışıklı” ve “güzel” insanların çoğalmasını istiyordu.
Adeta üretiyordu.
II. Dünya Savaşı sırasında Nazi liderlerinden Heinrich Himmler’in emriyle, Almanya ve Norveç’te Lebensborn evi açılmış.
Burada özel olarak seçilmiş “üstün ırktan” gelen kadın ve erkeklerden, 8 bin çocuk dünyaya getirilmiş. Hitler'in emriyle Polonya’dan kaçırılan binlerce çocuk ise, büyüdükçe esmerleşince ultraviyole ışınları uygulanarak sarartılmış.
Üstün ırk, sarışın ve mavi gözlüydü.
Kaçırılan çocuklar arasından tek tek seçim yapıldı, sağlıklı olanlar SS ailelerine evlatlık verildi, kabul etmeyenlerin canına kıyıldı.
Daha birçok şey, birçok işkence, akla hayale gelmedik ölüm metotları. Hepsi “kendisi gibi” görünen, “kendisi gibi” düşünen, “kendisi gibi” yaşayan insan üretmekti.
İşte bütün ırkçılığın bilinçaltında yatan da buydu.
Bugün ülkemizde yaşanan acıların altında yatan da bu, çözümsüz olarak görülen veya hiç var olduğuna inanılmayan da bu.
Kurtuluş savaşında omuz omuza verilen mücadeleden sonra “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek “Üstün ırk” bulunmuştu.
Bunun dışında kalan hepsi 2.sınıf vatandaştı.
Hak, önce Türklerindi.
Hitlerden farklı olarak ülkemizde “üstün ırk”tan sonra “üst tabaka” da seçilmişti. Onların giyimi örnekti, yemesi örnekti, gezmesi örnekti, konuşması örnekti. Diğerlerinin hepsi ötekiydi.
Devleti yönetenler, “ari” olmadığına inandıkları halk tabakasından insanların yönetime gelmesini içine sindiremediler.
Ne zaman “halkın çocuğu” diye lanse edilenler işbaşına gelse darbe de peşi sıra geldi. Bu halkın çocukları başörtüsü takıyordu, farklı giyiniyordu, farklı konuşuyordu, farklı düşünüyor, farklı inanıyordu. Standartlara göre değillerdi ve o zaman “üstün ırk” olmaları da mümkün olamazdı.
Çünkü ülkemizde “derin devlet” en büyük ırkçı konumundaydı.
Öylesine kanlarına işlemişti ki, Cumhuriyetin kurulduğundan bu yana söz sahibi olacakları sistemi oluşturmuşlardı. 367 krizi, bu sistemin direnmesinin son halkasıydı.
Terörü bitirecek her adımda farklı olayların gündeme gelmesi, üstün ırkı koruma içgüdüsünden başka bir şey değildir.
Her zaman sahneye konulan ve her zaman kandıracak geniş kitlelerin bulunması, insanların kolayca aldatılmasından değil, bilinçaltına yerleştirdikleri üstünlüklerinin galebe çalmasından dolayıdır.
Her zaman “bu defada barış şansını kaçırdık” diyenler dahi, bilinçaltında besledikleri karganın gözlerini oyduklarından habersizler.
Önce “üstünlüğün” ırktan olmadığı anlaşılacak, sonra barış için yürekten adım atılacak. Yoksa hepsi akamete uğrayacak boşa çabalardan öte bir şey değildir.
Twitimden seçmeler
Aslında bazılarına neci, kim veya neye hizmet ettiğini söyleyip, kafasını karıştırmaya gerek yok. Herkes kendisini bizden daha iyi tanır!