Ülkenin baş döndüren yoğun gündemi, birçok konuyu atlamamıza neden oluyor ve bu da sorunların katmerleşmesine yarıyor. Mevsimlik tarım işçileri bunlardan sadece birisi…
Yarın Ramazan ayı başlıyor ve çoğunlukla oruçlu olacağız.
17 saati bulan ve 40 dereceyi aşan sıcaklarda oruçlu olmak, yanmayı göze almaktır da…
Ramazan ayı boyunca yoksulları hatırlayan, derdiyle dertlenmeye çalışanlara karşılık, lüks iftar sofralarında gün boyu yemediğinin iki katını tüketenler de var.
Ama bir de yıl boyu oruçlu olanlar var…
Oruçluymuş gibi yaşayan, dünyanın birçok nimetinden mahrum kalanlar var.
Yoksullar, çaresizler, yetimler, dullar ve işsizler…
Lüks iftar sofralarında yer bulamayanlar ama onların ne çektiğini anlayanların olduğu bir dünyadır bu zalim dünya…
Bir de mevsimlik tarım işçileri var…
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, “tarlası” olmayan, kendine ait ekip biçeceği bir karış toprağa sahip olamayan insanların göçmen kuşlar gibi rızkını araması var.
Mevsimine ve ürününe göre çadır açacağı, rızkını toplayacağı kentler değişiyor.
Bazen Malatya’ya kaysıya giden oluyor, bazen Adana’ya pamuğa…
Günü geldiğinde fındık toplamak için Ordu’ya, günü geldiğinde mercimek toplamak için Yozgat’a gidenler var.
Toplanacak daha çok ürün ve gidilecek daha çok kent var.
Ama çoğunluğu yaz aylarına denk geldiğinden yurdun dört bir yanına savrulan insanlarımız var.
Bazıları iki kente gidebiliyor, bazıları tek kentte rızkını aramak zorunda kalıyor.
Çoğu, asıl kazancı “simsarlara” kaptırıyor, emeğinin karşılığını alamıyor.
Eşi ve çocuklarıyla birlikte maile çalışan bu insanlarımız, elde edecekleri gelirle insanca yaşamayı arzuluyorlar.
Bu, sadece bir arzu olmaktan öteye gitmiyor.
Ama buna rağmen de umut dünyasında “belki bu defa” diyenler de eksilmiyor.
Çoğu yollarda ölüyor, yaralanıyor, sakat kalıyor…
Bazıları çalıştıkları tarlada hastalanıyor, ağaçtan düşüyor, takati yetmiyor…
Kimileri de sağlıksız ortamların kurbanı oluyor…
Sağ kalanlarsa bizim…
Bir dahaki seneye…
Devletin iş veremediği, özel sektörün istihdam edemediği ve çoğunluğu “vasıfsız” olan bu insanlar, ekmeğini taştan çıkarmaya çalışıyor…
Ama sağlıksız koşullarda ve emeği sömürülerek…
Tarlalara yakın yerlerde kurulan çadırlarda yaşamaya çalışan bu insanlarımızın “banyo yapma, temizlenme, sağlıklı gıda tüketme” gibi şansları yok.
Ağır işleri, çok uzun bir saat diliminde gerçekleştiriyorlar ve dinlenme süresi de kısıtlı.
Üstelik henüz çalışacak durumda olmayan çocuklar da, yaşlılar da, hamileler de elinden geldiğince çalışmak zorunda…
Yaz mevsiminin kavurucu sıcağında sabahın ilk ışıklarıyla başlayan işleri, akşamın karanlığına kadar ve işverenin vicdanı oranınca sürüp gider…
Horlanma, azarlanma, önemsenmeme, dikkate alınmama ve aslında “insan” yerine konmama da cabası…
Buna rağmen, bir amele ücreti bile alamayan bu insanlarımız, devletin de görüş alanı içine bir türlü giremedi.
Sağlık koşulları, aksayan eğitimleri, sömürülmeleri, ezilmeleri, haklarının ihlal edilmesi de kimsenin umurunda olmadı.
Ucuz olsun diye “tıkış tıkış” bindikleri araçlarla yol alan insanların kazaya kurban gittiklerinde belki farkına varıyoruz, yoksa geçip gidiyorlar, ter kokusuyla birlikte…
Devletin iş vermemesi, özel sektörün istihdam oluşturamaması farklı bir tartışma konusu olabilir ama insanların, insanca yaşamasını başka bir tartışmaya konu etmenin anlamı yok.
Mevsimlik tarım işçileri, bugün ortaya çıkan bir sancımız değil.
Romanlara, hikâyelere, filmlere konu edinilen ırgatlarımızı insanca yaşatacak bir çabanın içine girmek çok zor olmasa gerek.
Özellikle çocuklar…
Yoksul evde doğmanın cezasını çekiyorlar, zengin evlerde hizmet ederek…
Ne çocukluklarını yaşayabiliyorlar, ne gençliklerini…
Ne sokakta oyun oynayabiliyorlar, ne okulda eğitim alabiliyorlar.
Genç kızların çeyiz hayalleri, kavurucu güneşte buhar olup uçup gidiyor.
“Suçumuz neydi?” diye akıllarına geliyor mu bilmem ama hayatın çok acımasız olduğunun farkına varmakta gecikmedikleri kesin.
Ve devletin çok duyarsız olduğunu da…
Türkiye’de “zenci” muamelesine tabi tutulan, ırk ve sınıf ayrımı yapılan birçok işkolu var. Bunların başında “mevsimlik” olması itibariyle ırgatlar ve taşeron işçiler gelir.
Taşeron işçilerin eline bir emzik verilir ve “kadro” hayali kurmaları sağlanır.
Eğer bir gün kapının önüne konmazsa bu hayalle yaşar, durur…
Ama mevsimlik tarım işçilerinin böyle bir hayali yok, işverenin merhametli olması, tek ümitleri…
Asıl kaybettiğimiz de sanırım merhamet…
Tweetimden seçmeler
Sessizliğe hüzün katık edilmiyor. Karanlık çarşafı yıldızlar aydınlatmıyor. Sarıp sarmalanmak sorun çözmüyor. Ey gece, bırak artık yakamı.
www.naifkarabatak.net